Menzil Forum
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaO Kutlu Nesil Untitl13O Kutlu Nesil Untitl14Latest imagesO Kutlu Nesil Untitl15AramaGiriş yapKayıt Ol
Kütüphane bölümümüz güncellenmektedir.  "Kadın ve Erkek Eşitliği" konusu tamamlanmıştır.
Bağlantı sorunları nedeniyle Portal sayfası geçici olarak kaldırıldı....
"Program Arşivi" forumuna "Antivirüs Güvenlik" ve "Araçlar" kategorisi açılmıştır.
Son Konular
Konu
Tarih
Yazan
Hakkını vermediğimiz iş yüzümüzü ağartmaz
Evlilikler de Bunalıma Girer
Ahirete İnancımız Ölçüsünde Huzurumuz Olur
Ebedi Hayata Doğmak
ABDEST
TALAK (BOŞANMA)
Gül Sultanım (Yeni Video Klip)
Beş Esas
Meleklere İman
Can Feda Edilecek Dost
Paz Şub. 23, 2014 7:32 pm
Paz Şub. 23, 2014 7:27 pm
Paz Şub. 23, 2014 7:18 pm
Paz Şub. 23, 2014 3:07 pm
Ptsi Şub. 17, 2014 3:17 am
Ptsi Şub. 17, 2014 3:09 am
Ptsi Ocak 20, 2014 3:15 am
Cuma Ekim 11, 2013 4:33 am
Çarş. Ekim 09, 2013 2:50 am
Paz Ekim 06, 2013 3:15 pm











Paylaş|

O Kutlu Nesil

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
YazarMesaj
Misafir
Misafir
Anonymous

O Kutlu Nesil Vide
MesajKonu: O Kutlu Nesil O Kutlu Nesil EmptyPtsi Kas. 22, 2010 7:27 am

O Kutlu Nesil 5497a4194d848c88687


O Kutlu Nesil


Semerkand Dergisi • 141. Sayı / AYIN KONUSU



Muhammed Allah’ın elçisidir.

O’nun beraberinde bulunanlar, inkârcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler. Onları rükua varırken, secde ederken, Allah’tan lütuf ve hoşnutluk dilerken görürsün. Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar.

İşte bu, onların Tevrat’ta anlatılan vasıflarıdır. İncil’de de şöyle vasıflandırılmışlardı: Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler.

Allah böylece bunları çoğaltıp kuvvetlendirmekle inkârcıları öfkelendirir. Allah, inanıp yararlı işler işleyenlere, bağışlama ve büyük ecir vadetmiştir. (Fetih suresi, 29)



Ashab-ı Kiram, Peygamber Efendimiz s.a.v. zamanında yaşamış, O’nun tebliğine bizzat şahit olmuş müminler topluluğudur. Onlar, Allah Rasulü’nü görmüşler, tebliğ ve davetine muhatap ve destek olmuşlardır. Onlar, Allah Rasulü s.a.v.’in etrafında oluşan ilk İslâm cemaatinin mensubu olma şerefine ermiş altın nesildir. Onlar nübüvvet nuru ile aydınlanmışlar, Allah Rasulü s.a.v.’in terbiyesinde kemâl bulmuşlardır. Onların döneminin adı da “Asr-ı Saadet”tir.Ashab-ı Kiram sonraki müslüman nesiller için üç yönden önemlidir. Bunları sırayla şöyle açıklayabiliriz:Dinin Hükümlerine Kaynaklıkİslâm, tek seferde indirilmiş hükümler bütününden oluşmaz, aşama aşama tamamlanmış bir dindir. İlahi hükümlerin bildirilişi çeşitli vesileler üzerine olmuştur. Bu vesileler de çoğu kez sahabilerdir.Gerek sure ve ayetlerin, gerekse Allah Rasulü s.a.v.’in sünnetinin vârit oluş sebepleri, ilahi hükümlerin açıklanması ve tatbiki, ashabın nakilleri ve kaynaklığı sayesinde bilinmektedir.Bu nedenle dinî hükümlerin belirlenmesinde sahabilerin söz ve uygulamaları vazgeçilmez bir kaynaktır.İslâm’ın Yayılmasındaki RolleriSahabiler, Allah Rasulü s.a.v.’in emir ve tavsiyelerini eksiksiz yerine getirmek için çabalamışlardır. İman ettikleri andan itibaren Cahiliye ile İslâm’ı kesin bir çizgi ile ayırmışlar, hayatlarını sadece iman ettikleri dine adamışlardır.Onlar pek çok sıkıntıyla karşı karşıya kalmış, gözlerini kırpmadan canlarını feda etmiş, mecbur kalınca bütün mal ve aile bağlarını geride bırakıp İslâm için hicret etmişlerdir. Mal ve canlarını bu uğurda feda etmekten geri durmamışlardır.Aynı şekilde İslâm’ın öğretilmesi için büyük gayret sarf etmişlerdir. Kur’an’ın ezberlenip korunması ve daha sonra derlenmesi de sahabiler vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Allah Rasulü s.a.v.’in hadislerini de büyük bir titizlikle öğrenmişler ve sonraki nesillere aktarmışlardır. ÖrneklikSahabiler, Hak Din’in hayata uygulanmasında, İslâm ahlâkının anlaşılmasında ve yaşanmasında örnek bir topluluktur. Onlar, Allah’ın gönderdiği dinin zahir ve bâtınının şahitleri, sonraki nesillere aktarıcılarıdırlar. Nitekim onlardan sonraki nesil olan Tabiîn’i kıymetli kılan da ashabı görmüş olmalarıdır. Bütün bu özellikler, Ashab-ı Kiram’ı, Allah onların cümlesinden razı olsun, bizler için değişmez, eskimez, bitmez birer hazineye dönüştürmektedir. Eskiden beri olduğu gibi, bugün bizim de Ashab-ı Kiram’ın hayatından alacağımız pek çok pay var. Asr-ı Saadet ikliminden süzülüp gelen ışık huzmelerinden bireysel ve toplumsal hayatımıza katacağımız büyük hisseler var. Semerkand’da bu ay, Asr-ı Saadet ikliminden yansımalar yer alıyor. Ashabın hayatından parçalar, kıssalar, sözler... Onların ahlâkı, samimiyeti, sıdkı, muhabbeti, merhameti, cesareti ve diğer özellikleri... Tabii ki bir derginin birkaç sayfasında onlardan yeterince söz etmek mümkün değil. Okuyucularımıza, bu dosyayı derlerken başvurduğumuz önemli bir eseri, yayınevimizden de çıkan “Hayatü’s-Sahabe” veya “Hadislerle Müslümanlık” adlı kitabı kuvvetle tavsiye ederiz.


Teslimiyetleri Tamdı

Elçilerin üstünü

İbn Abbas r.a. şöyle nakletmiştir:

Sa’d b. Bekr Oğulları kabilesi, Dımam b. Salabe’yi elçi olarak Peygamber Efendimiz’e gönderdiler. Dımam Medine’ye geldi, devesini bağlayıp mescide girdi. Allah Rasulü s.a.v., ashabı arasında oturuyordu. Dımam iri yapılı, gür saçlı ve saçları iki örgülü bir adamdı. İlerleyip Allah Rasulü’nün huzurunda durdu ve:

– Abdulmuttalib’in oğlu (torunu) hanginiz, diye sordu. Rasulullah:

– Abdulmuttalib’in oğlu benim, buyurdu.

– Muhammed mi?

– Evet.

– Abdulmuttalib’in oğlu, sana kabaca sorular soracağım, sakın alınma!

– Alınmayacağım, aklına geleni sor.

– Senin, senden öncekilerin ve senden sonra geleceklerin ilahı olan Allah aşkı için söyle, seni bize peygamber olarak Allah mı gönderdi?

– Evet, Allah gönderdi.

– Senin, senden öncekilerin ve senden sonra geleceklerin ilahı olan Allah aşkı için söyle, yalnız kendisine ibadet etmemizi, O’na hiçbir nesneyi ortak koşmamamızı, atalarımızın tapageldikleri şu putları boynumuzdan çıkarıp atmamızı bize emretmeni Allah mı ferman eyledi?

– Evet, Allah ferman eyledi.

– Senin, senden öncekilerin ve senden sonra geleceklerin ilahı olan Allah aşkı için söyle, şu beş vakit namazı kılmamızı sana Allah mı emreyledi?

– Evet, Allah emretti.

İbn Abbas der ki: Dımam bu minval üzere İslâm’ın diğer farzlarını, zekâtı, orucu ve haccı tek tek soruyor, İslâm’ın esaslarıyla alakalı sorular yöneltiyor, hepsinde de Allah adına yemin ettiriyordu. Soruları bitince kelime-i şehadeti söyledi ve ekledi:

– Bu farzların hepsini yerine getireceğim, bana yasakladıklarından da kaçınacağım, ne fazla ne de eksik yapacağım.
Allah Rasulü:

– İki örgülü sözünde durursa cennete girer, buyurdu.

Dımam devesinin yanına gitti, bağını çözüp Medine’den çıktı. Kavminin yanına varınca başına toplandılar. Onun ilk sözleri şu oldu:

– Lat ve Uzza putları ne kötü!

– Sus ey Dımam! Cüzzama yakalanırsın, delirirsin, dediler.

– Yuh size! O ikisi vallahi ne zarar verir, ne de fayda. Cenab-ı Hak bir peygamber gönderdi ve ona sizi içinde bulunduğunuz durumdan kurtaracak bir kitap indirdi. Ben şehadet ediyorum ki, Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed O’nun kulu ve rasulü’dür. Ben O’nun size bildirdiği emir ve yasaklarını getirdim, dedi.

O gün daha akşam olmadan Dımam’ın kabilesinde İslâm’a girmedik kimse kalmadı.

İbn Abbas şöyle söylemiştir: Kavmini temsilen gelenler arasnda Dımam b. Salebe’den üstününü duymadık.

Bedevi sahabinin imanı

Enes r.a. anlatıyor:

Alkame b. Ulâse adında çöl halkından ihtiyar bir zat Peygamber Efendimize geldi ve:

– Ya Rasulallah, ben çok yaşlıyım, Kur’an öğrenmeye gücüm yok. Fakat ben tam olarak şehadet ediyorum ki Allah’tan başka ilah yoktur ve yine şehadet ediyorum ki Muhammed O’nun kulu ve rasulüdür.

İhtiyar dönüp giderken Peygamber Efendimiz s.a.v.:

– Adamınız gerçeği iyi anlamış, buyurdu.


Zorluklara Sabırlıydılar


Hz. Bilal’in gördüğü işkence

Hz. Bilal, Cemh oğullarından bir kızın kölesi idi. Müslüman olmuştu. Allah’a şirk koşması için sırtını Mekke’nin kızgın kumlarına yapıştırarak ona işkence ederlerdi. Ama bütün bunlara karşı o “Bir!” diyordu.

Müşriklerin Bilal’e işkence ettikleri bir gün Hz. Ebu Bekir yanlarına geldi ve müşrik Ümeyye’ye:

– Allah’tan korkmuyor musun? İşkenceleriniz daha ne kadar sürecek, diye çıkıştı. Ümeyye:

– Onu sen yoldan çıkardın, sen kurtar, karşılığını verdi. Ebu Bekir:

– Ondan daha iri, daha güçlü bir siyahî kölem var. Üstelik senin dininden. Onunla değişelim, dedi. Ümeyye:

– Kabul ettim, dedi.

Ebu Bekir r.a., kölesini vererek Bilal’i alıp azat etti. Ebu Bekir’in Medine’ye hicret etmeden önce satın alıp azat ettiği köleler Bilal ile birlikte yedi kişi idi.

Habbab b. Eret’in sırtındaki izler

Bir gün Habbab b. Eret r.a., Hz. Ömer’in huzuruna çıktı. Müslümanların Halifesi Habbab’ı kendi yerine oturttu ve:

– Yeryüzünde bu makamı hak eden tek bir kişidir, dedi. Habbab;

– Kimdir o, ey emire’l-müminin? diye sordu.

– Bilal.

Habbab:

– O benden daha hayırlı değildir. Çünkü Allah müşriklere karşı ona bir koruyucu lütfetmişti. Ama benim hiçbir destekçim yoktu. Öyle bir günümü hatırlıyorum ki o gün müşrikler beni yakaladılar, ateşin üzerine attılar. Bir adam ayağıyla göğsüme bastı.

Her yanımı ateş sarmıştı.

Sonra Habbah sırtını açtı, sırtı benek benekti.

‘Gözün kör olsaydı’

Zeyd b. Erkâm r.a. anlatıyor:

Gözlerimden biri ağrıyordu. Allah Rasulü s.a.v. ziyaretime geldi ve:

– Ey Zeyd, gözün kör olsaydı ne yapardın, diye sordu.

– Sabreder ve sabrımın karşılığını Allah’tan beklerdim, dedim.

Rasulüllah s.a.v. şöyle buyurdu:

– Gözün kör olsa sen de ecrini Allah’tan bekleyerek sabretsen, sevabının karşılığı cennet olur.


Allah Yolunda İnfak Ederlerdi


Değerli arazi

İbn Ömer r.a.’tan rivayet edildiğine göre, babası Hz. Ömer r.a.’ın hissesine Hayber’de bir arazi düşünce Peygamberimize gelerek,

– Ya Rasulallah, hisseme bir arazi düştü. Ömrümde ondan daha değerli bir mala sahip olmadım, onu vakfetmek istiyorum. Bana ne emredersiniz, diye sorar.

Rasulullah s.a.v.:

– İstersen sen onun aslını tut ve (alınıp satılmaması şartıyla) vakfet, buyurur.

Abdullah ibn Ömer r.a. diyor ki:

– Bunun üzerine babam, aslının alınıp satılmaması, hibe edilmemesi, vârislere miras olarak bölüştürülmemesi şartıyla o araziyi fakirlere, yakın akrabalarına, esaretten kurtulmak isteyen kölelere, Allah yolunda gaza edenlere ve yolculara vakfetti. Ayrıca arazinin vakfın şartlarına uygun olarak kullanılmasını üstlenen kişilerin -onu kendine mal edinmemek şartıyla- örfe göre gelirinden yemesinde yahut dostlarına yedirmesinde bir günah yoktur, diye vakfiyesine kayıt koydu.

Evdeki son ekmek

İmam Malik rh.a. anlatıyor:

Peygamber Efendimiz s.a.v.’in eşi Hz. Aişe r.anha bir gün oruçlu iken, bir yoksul gelip kendisinden bir şeyler ister. Aişe’nin evinde bir somundan başka bir şey yoktu. Cariyesine:

– Ekmeği ona ver, dedi.

– Akşam iftar edeceğiniz başka bir şey yok.

– Sen ekmeği ona ver.

Hadiseyi nakleden cariye diyor ki:

– Aişe’nin emri üzerine ekmeği o fakire verdim. Akşam olunca birisi bize pişmiş bir koyun, bir miktar da ekmek gönderdi. Hz. Aişe beni çağırdı ve:

– Ye! Bu senin ekmeğinden daha iyi, dedi.

‘Keşke daha ucuzunu alsaydın’

Abdullah b. Ubeyd r.a. anlatıyor:

“Ömer b. Hattâb r.a., Ahnef r.a.’ın üzerinde bir gömlek gördü ve sordu:

– Ahnef, bu gömleği kaça aldın?

– On iki dirheme aldım.

Bu cevap üzerine Hz. Ömer r.a. şöyle dedi:

– Altı dirhemlik bir gömlek alsaydın da artanını Allah yolunda harcasaydın.


Daima Mütevazi idiler


Halife ama...

Hz. Hasan r.a. anlatıyor:

Ebu Bekir r.a., Medine’den çıkarak ordunun yanına geldi. Orduya cesaret verip uğurladı. Komutan Üsame’yi uğurlarken yaya yürüyordu. Abdurrahman b. Avf r.a. da Ebu Bekir’in hayvanını çekiyordu. Üsame ise atının sırtında idi.

Üsame:

– Ey Allah Rasulü’nün Halifesi, ya siz binin yahut ben ineyim, dedi.

– Vallahi ne sen in ne de ben bineyim. Ayaklarım Allah yolunda bir süre tozlanırsa ne olur? Bir gaziye, attığı her adımına mukabil yedi yüz sevap yazılır. O yedi yüz derece yükselir, onun yedi yüz günahı silinir. Savaş bitinceye kadar bu böyledir, dedi.

Daha sonra Ebu Bekir r.a. Üsame’ye:

– Ömer ibn Hattab’ı bana yardımcı olarak bırakmayı uygun görürsen bunu yap, dedi.

O da Hz. Ömer’e izin verdi.

Hz. Ebu Bekir’e göre yönetici

Asım r.a. anlatıyor:

“Ebu Bekir r.a. hastalandığı zaman halkın toplanmasını, kendisinin de minbere çıkarılmasını istedi. Bu, Ebu Bekir r.a.’ın son hutbesi idi. Allah’a hamd ve sena ettikten sonra şu hitabede bulundu:

– Ey insanlar! Dünyadan çekinin, o aldatıcıya güvenmeyin. Ahireti öteki dünyaya tercih edin, ahireti sevin. Bu ikisinden birinin sevgisi diğerine buğz ettirir. Bizi hükmü altına alan şu hilafet meselesinin sonunun iyi olması, başlangıcının doğruluğuna bağlıdır. Dolayısıyla hilafeti en güçlünüz, nefsine en ziyade hakim olanınız, şiddet göstermek gerektiğinde en çetininiz, yumuşak davranılması gerektiğinde en mülayiminiz, görüş sahiplerinin görüşlerinden istifade etmeyi en iyi bileniniz; kendisini ilgilendirmeyen meselelerle uğraşmayan, bilmediklerini öğrenmekten utanmayan, ani olaylar karşısında şaşkına dönmeyen, devletin mallarını koruyan, kızıp da devlet malına hainlik yapmayan, geleceği gözleyen, şiarı ihtiyatlı davranmak ve Allah’a itaat etmek olan biri yüklenmelidir. Bu kişi Ömer’dir.


Yiğittiler


Hz. Ömer r.a.’ın cesareti

Hz. Ali r.a. anlatıyor:

Mekke’den Medine’ye hicret edenler arasında Hattab oğlu Ömer’den başka bildiğim herkes gizli olarak göçmüştü. Ama Ömer r.a. hicrete karar verdiğinde kılıcını kuşandı, yayını omuzuna astı, eline birkaç ok aldı, Kâbe’ye geldi. Kureyş ileri gelenleri de halkalar halinde Kâbe’nin avlusunda idiler. Ömer Kâbe’yi yedi kere tavaf edip Makam-ı İbrahim’in yanında iki rekât namaz kıldıktan sonra Kureyş müşriklerinin oluşturduğu halkalara birer birer uğradı ve:

– Suratsızlar! Anasını ağlatmak, evladını yetim bırakmak, karısını dul bırakmak isteyen varsa, şu vadinin arkasında bana yetişsin, dedi.

Kimse peşinden gidemedi.”

Ayağı aksak olsa da...

Benî Seleme büyükleri şöyle anlatmışlardır:

“Amr b. Cemûh r.a. ağır topaldı. Kendisinin arslanlar gibi dört oğlu vardı. Hepsi de Allah Rasulü s.a.v.’in maiyetinde bütün savaşlara katılıyorlardı. ‘Sen mazursun’ diyerek babalarını Uhud savaşına iştirak etmekten alıkoymak istediler. Amr, Peygamber Efendimiz s.a.v.’e geldi ve:

– Ya Rasulallah, oğullarım seninle birlikte çıkmamı engellemek istiyorlar. Vallahi şu topal ayağımla cennete basmak istiyorum, dedi. Efendimiz:

– Allah seni mazur kılmıştır, sana cihat farz değil, buyurdu.

Diğer taraftan Amr’ın oğullarına dönerek:

– Babanıza mani olmaya hakkınız yok. Belki de Cenab-ı Hak onu şehadetle rızıklandırır, dedi.

Bunun üzerine Amr r.a., Peygamber Efendimiz s.a.v.’in maiyetinde Uhud savaşına katıldı ve şehit oldu.


Rahata Düşkün Değildiler


Açlıktan oturarak namaz

Ebu Hüreyre r.a. anlatıyor:

Bir gün Allah Rasulü s.a.v.’in yanına girdim. Oturarak namaz kılıyordu:

– Ya Rasulallah, oturduğun yerde namaz kılıyorsun, bir şeyin mi var, dedim.

– Açlık, ey Ebu Hüreyre, karşılığını verdi.

Ağladım. Bunun üzerine:

– Ağlama, Ebu Hüreyre! Şüphe yok, mükâfatını Allah’tan bekleyen dünya evindeki aç kimseye kıyamet günü ağır hesap sorulmaz, buyurdu.”

Soğuktan titrerken

Antere r.a. anlatıyor:

Hz. Ali, Kûfe’de Havernâk denilen yerde iken yanına gittim, üzerinde eski bir elbise vardı. Soğuktan tirtir titriyordu.

– Ey Müminlerin Emiri, dedim, Allah sana ve aile fertlerine devlet hazinesinden bir pay takdir buyurmuşken sen soğuktan titriyorsun!

Şu karşılığı verdi:

– Vallahi ben sizin malınızdan bir şey almam. Sırtımdaki şu elbise de Medine’den gelen öz malımdır.


Akıbetten Korkarlardı


Servet endişesi

Abdurrahman b. Avf r.a.’ın oğlu İbrahim anlatıyor:

Oruçlu olan Abdurrahman b. Avf’ın önüne yemek getirilmişti. Şöyle dedi:

– Benden hayırlı olan Mus’ab bin Umeyr, Uhud harbinde şehit düşmüştü. Bir hırkadan başka kefenleneceği bir şey bulunamamıştı. o hırka ile de baş tarafı örtüldüğünde ayakları, ayakları örtüldüğünde başı açık kalıyordu. Sonra dünyalıktan önümüze yayılabildiği kadar yayıldı. Öyle ki, bize sevaplarımız dünyada veriliyor, ahirete hiçbir şey kalmıyor diye hakikaten endişe duyduk, deyip ağlamaya başladı.

O kadar ki, getirilen yemeği de bıraktı, yemedi.

Hz. Ebu Bekir r.a.’ın ağlaması

Zeyd b. Erkam r.a. anlatıyor:

Bir gün Ebu Bekir r.a. ile oturuyorduk. Bir ara içecek bir şey istedi. Bal şerbeti getirildi. Kâseyi eline alınca ağlamaya başladı. Ağlaması gitgide arttı, uzun bir süre yüksek sesle ağladı. Kendisine bir şey olduğunu sandık. Ama bir şey soramadık. Ağlaması dinince:

– Ey Allah Rasul’nün Halifesi! Niçin ağladınız, dedik.

Şöyle anlattı:

– Allah Rasulü’nün yanında bulunduğum bir gün baktım, eliyle kendisinden bir şey kovuyor. Ama ben hiç bir şey göremiyordum.

– Ya Rasulallah, kendinizden bir şeyi uzaklaştırdığınızı görüyorum ama ortada bir şey yok, dedim.

Allah Rasulü şu cevabı verdi:

– Dünya bana doğru uzanmak istedi, ben de ‘Benden uzak dur’ dedim. O da; ‘ Peki, senin benimle ilgin yok.’ dedi.

Hz. Ebu Bekir r.a. devamla der ki:

– Allah Rasulü’nün bu davranışını hatırlayınca, onun emrine nuhalefet etmemden, dünyanın beni yakalamış olmasından korktum.”

İbadete Düşkündüler

Ashabın namaza düşkünlüğü

Tabiîn’in büyüklerinden Mesruk rh.a. anlatıyor:

Ebu Musa el-Eş’arî r.a. ile bir yolculuğa çıkmıştık. Geceleyin ekili bir tarlaya girip konakladık. Ebu Musa gecenin ilerlemiş bir zamanında kalktı, namaza durdu. Sesi ve kıraati çok güzeldi. Ayetleri okurken gerektiği yerde, ‘sübhanallah’, ‘esteîzü billâh’ diyor, dua ediyor, azaplardan Allah’a sığınmayı gerektiren yerde de onu aynen söylüyordu. Namazı bitirdikten sonra şu duayı okudu:

– Allahım! Sensin selamet bahşeden, sendendir selamet. Sensin güven ve emniyet veren. Sen mümini seversin, her şeye gözcü sensin, başkalarını koruyanı seversin. Doğru sensin! Doğru olanı seversin.”

Üçe bölünen gece

Ebu Osman Nehdî anlatıyor:

Bir keresinde Ebu Hüreyre r.a.’a yedi gece misafir kaldım. Kendisi, hizmetçisi ve hanımı geceyi üçe bölerek nöbetleşe namaza kalkıyorlardı.”

Birinci safın fazileti

Abdülaziz b. Rufey anlatıyor:

Abdullah b. Zübeyr r.a. döneminde Mekke’de, İbrahim Aleyhisselam makamında birinci safta namaza durmuştum. Derken Âmir b. Mes’ud el-Kureyşî yanıma gelip beni sıkıştırdı. Ona:

– Birinci safta durmanın faziletinden bahsediliyor muydu, diye sordum.

– Evet, dedi; vallahi Rasulullah şöyle buyurmuştu: “İnsanlar birinci safta durmanın faziletini bilseler, orada ya kura ile ya da sıra ile yer alırlardı.”

Mescitte dağıtılan miras

Bir gün Ebu Hüreyre r.a. Medine çarşısına uğrar, çarşıya hakim bir yerde durur ve:

– Ey çarşı esnafı! Sizler ne kadar beceriksizsiniz, der.

– Nedenmiş o, diye sorarlar.

– Rasulüllah’ın mirası bölüştürülüyor, siz burada duruyorsunuz. Gidip payınızı almayacak mısınız?

– Nerede dağıtılıyor?

– Mescitte.

Çarşı ahalisi koşarak mescide giderler. Ebu Hüreyre r.a. orada bekler. Adamlar gittikleri gibi geri dönerler. Ebu Hüreyre:

– Niçin döndünüz, diye sorar.

– Mescide vardık, içeri girdik, taksim edilen bir şey göremedik, derler.

– Mescitte hiç kimseyi göremediniz mi?

– Yoo, gördük. Bazıları namaz kılıyor, bazıları Kur’an okuyor, bazıları da helal ve haram mevzuları üzerinde müzakere yapıyorlardı, derler.

Ebu Hüreyre r.a.:

– Yazık size! Muhammed s.a.v.’in mirası işte budur, der.


Allah Korkusu ile Ağlarlardı


Hz. Osman r.a.’ın ağlaması

Hz. Osman b. Affan r.a.’ın azatlısı Haniî anlatıyor:

Osman r.a. bir mezarın başında durduğunda ağlar, hatta gözyaşlarından sakalı ıslanırdı. Kendisine:

– Cennet ve cehennemi hatırladığında ağlamıyorsun da kabri hatırlayınca niçin ağlıyorsun, diye soruldu. Şu cevabı verdi:

– Ben Rasulullah’tan duymuştum, şöyle buyurmuştu: “Kabir ahiret geçitlerinin ilkidir. Bu ilk geçitten geçip kurtulan için sonrası çok kolaydır. Kurtulamayan içinse ondan sonraki geçitler pek çetindir.”

Hz. Ömer r.a.’ın ağlaması

İmam Şafiî rh.a., Hz. Ali r.a.’ın torunu olan Hasan b. Muhammed’den rivayet ediyor:

Hz. Ömer b. Hattâb r.a. cuma günü hutbede -kıyamet ayetlerini içeren- Tekvîr suresini okuyordu. ‘Her ne hazırlamışsa bilmiştir’ mealindeki ayete gelince kendini tutamayarak ağladı ve sureyi yarıda kesti.

Hasan r.a. anlatıyor:

Bir defasında Ömer r.a.; ‘Ki Rabbinin azabı hiç şüphesiz inecektir. Onu defedecek hiçbir şey de yoktur’ (Tûr, 7-8) mealindeki ayetleri okuyup korkusundan öyle bir iç çekti ki, bu iç çekişi yüzünden yirmi gün hasta yattı.


Merhametli ve Üstün Ahlâklı idiler


Hz. Ömer’in rahibin haline ağlaması

Ebu İmran el-Cüvenî şöyle anlatır:

Hz. Ömer r.a. bir gün kendini ibadete vermiş bir rahibin yanına uğradı. Rahibe:

– Bak, bu Müminlerin Emiri, denildi.

Bu arada Hz. Ömer r.a. adama bakıyordu. Rahip zayıf, yorgun ve dünyadan el etek çekmiş biriydi. Hz. Ömer, rahibi görünce ağlamaya başladı.

– Neden ağlıyorsun? O bir hıristiyan, denildi. Şu karşılığı verdi:

– Biliyorum ama ona acıdım. Allah Tealâ’nın şu sözünü hatırladım: ‘Yorucu işler yapandır, kızgın bir ateşe girecek’ (Gâşiye, 3-4) Cehennemlik olduğu halde çalışıp yorulmasına acıdım.

‘Kardeşiniz kuyuya düşse’

Ebu Kılâbe anlatıyor:

Ebu Derda r.a. bir gün büyük bir günah işlemiş bir adamın yanına uğradı. Oradakiler adama sövüp sayıyorlardı. Ebu Derda r.a. bu gruba sordu:

– Bu adam bir kuyuya düşseydi kendisini çıkarmaya çalışmaz mıydınız?

– Çalışırdık.

– Öyleyse kardeşinize sövmeyin de sizleri onun durumuna düşmekten koruyan Allah’a hamd edin!

– Sen ona buğzetmiyor musun?

– Ben ona değil, onun yaptığı işe buğzediyorum. O işi bıraktığında benim kardeşimdir.

Seleme b. Evfa r.a. da şöyle demiştir:

“Allah Rasulü’nün sahabesi olan bizler, bir adamın din kardeşine lanet okuduğunu görünce ‘İşte büyük günahlardan birini işledi!’ derdik.

Yoldaki engeller

Muaviye b. Kurre anlatıyor:

Ma’kıl el-Müzenî r.a. ile yürüyordum. Gördüğü zarar verici bir şeyi kaldırıp yoldan attı. Sonra ben de gelip geçeni rahatsız eden bir şeyi görüp ondan önce yoldan uzaklaştırdım.

– Yeğenim, böyle davranmanın sebebi ne, diye sordu.

– Sen yapınca, ben de yaptım, dedim.

– Aferin yeğenim! Ben Peygamberimizden duymuştum, şöyle buyurdu:

“Müslümanların yolu üzerinden gelip geçenleri rahatsız edecek şeyleri uzaklaştıran için bir sevap yazılır. Kendisine bir iyilik yazılan da cennete girer.”

Çocuklara eşit şefkat

Adamın biri Peygamberimizin yanında iken oğlu geldi. Adam oğlunu öpüp kucağına oturttu. Derken adamın kızı geldi. Adam kızını öpmediği gibi önüne oturttu. Bunun üzerine Rasulullah s.a.v. adama: “İkisine de eşit davransaydın ya!” buyurdu.

Annesi isteyince...

Muhammed b. Sîrîn anlatıyor:

Osman b. Affân r.a.’ın halifeliği döneminde bir tek hurma ağacının fiyatı bin gümüş paraya yükselmişti. Bir defasında Üsâme r.a. bir hurma ağacını yardı, özünü çıkarıp annesine yedirdi. Çevresindekiler:

– Böyle yapmanın sebebi ne? Biliyorsun ki bir tek hurma ağacının fiyatı bin gümüş para, dediler.

Üsâme:

– Annem hurma ağacının özünü istemişti. Annem benden elimden gelen bir şey istediğinde mutlaka arzusunu yerine getiririm, dedi.

Ashab’ın birbirlerini ziyareti

Enes r.a. naklediyor:

Peygamberimiz, sahabileri ikişer ikişer birbirlerine kardeş yapıyordu. Ashap geceleri sabahı iple çekerdi. Sabah olunca sevgiyle birbirlerini karşılar ve hatır sorarlardı. Genel olarak sahabiler üç gün geçmeden birbirlerinin hallerini sorarlardı.

Avn anlatıyor:

Kûfeli dostları Medine’de ikamet eden Abdullah b. Mes’ud r.a.’ı ziyarete gelmişlerdi.

İbn Mes’ud:

– Birbirinizle oturup kalkıyor musunuz, diye sordu?

– Bunu hiç bırakmıyoruz, dediler.

– Birbirinizi ziyaret ediyor musunuz?

– Evet, ey Ebu Abdurrahman! Hatta içimizden biri kardeşini göremediğinde yürüyerek Kûfe’nin ta öbür ucuna gidiyor, onunla buluşuyor.

İbn Mes’ud:

– Bu münasebetinizi sürdüğünüz sürece hayır içinde olursunuz, dedi.

Ebu Huzeyfe’den bir nasihat

Bir gün Ebu Huzeyfe r.a., “Fitne yerlerinden uzak durun!” dedi. “Fitne yerleri nerelerdir?” diye sorulunca da:

“İdarecilerin kapılarıdır. Öyle ya, biriniz bir idarecinin huzuruna girer, onun yalanlarını doğrular, onda olmayan hasletlerle onu överse (kendini fitnenin kucağına atmış olur).”

Hayırsız idareci

Hz. Ömer bir gün şöyle dedi:

– Huzurunda gerçeğin söylenmediği idarecide hayır yoktur!

‘Bu adam beni şad etti’

Hz. Muaviye r.a. bir cuma hutbesinde:

– Mal bizim malımız, barış yoluyla alınan ganimetler bizim genimetimiz. Dilediğimize veririz, dilemediğimize vermeyiz, dedi.

Kimseden ses çıkmadı. Bir sonraki cuma da bu sözleri söyledi, yine ses çıkmadı. Üçüncü cuma aynı sözleri söyleyince, cemaatten biri çıkıp:

– Hayır, mal bizim malımız, ganimet bizim ganimetimiz. Her kim bizimle hakkımız arasına girerse onu kılıçlarımızla Allah’ın adaletine havale ederiz, dedi.

Hz. Muaviye, hutbeden inip odasına girdi ve o adamı yanına çağırttı. İnsanlar “Adamın işi bitti!” dediler. Fakat sonra gördüler ki Muaviye r.a. ve adam sedirde birlikte oturuyorlar. Hz. Muaviye, oradakilere:

– Bu zat beni şad etti, Allah da onu şad etsin. Ben Rasulullah’tan şöyle duydum: “Benden sonra bir takım idareciler çıkıp (hakikat dışı sözler) söyleyecekler. Sözlerine karşı çıkılmayacak. Maymunların itişip zıpladıkları gibi onlar da cehennem ateşinde itişip zıplarlar.”

O sözleri ilk söylediğimde kimse karşı çıkmadı, o idarecilerden olmaktan endişelendim. İkinci cuma da kimse itiraz etmeyince, şüphe yok, ben o idarecilerdenim, dedim. Ama sonra bu adam bana itiraz edince sevindim, şad oldum. Allah da onu şad etsin, dedi.

İki nimet

Bir gün Hz. Ali r.a. şöyle dedi:

“İki nimet var ki beni hangisinin daha çok sevindirdiğini kestiremiyorum.

Birincisi, bir adamın ihtiyacını karşılayacağımı düşünerek bana gelmesi ve bütün samimiyetiyle yardım istemesidir. Diğeri de, o kimsenin arzusunu Allah’ın benim vasıtamla yerine getirmesidir. Bir müslümanın işini görmeyi yer dolusu altın ve gümüşe sahip olmaya tercih ederim.”

Bir müslümanın işini görmek

İbn Abbas r.a. Peygamber mescidinde itikâfta iken adamın biri gelerek selam verip oturur. İbn Abbas:

– Birader, seni bıkkın ve kederli görüyorum, der. Adam:

– Evet üzüntülüyüm, ey Allah Rasulü’nün amcaoğlu. Birinin benden alacağı var ama şu kabrin sahibi (Peygamber Efendimiz’i kastediyor) hakkı için söylüyorum, hakkını ödeyemiyorum, der. İbn Abbas:

– Senin hakkında onunla konuşayım mı, diye sorar. Adam “Sen bilirsin” deyince İbn Abbas ayakkabılarını alıp mescitten çıkar. Kendisine itikâfını bozduğu hatırlatılınca da şöyle der:

– Ben şu kabirde yatandan duydum ki: “Her kim din kardeşinin bir işini takip eder ve o işi görürse bu, kendisi için on yıl itikâfta kalmış olmaktan daha hayırlı olur. Öyle ki, bir gün itikâfa girmiş olanla cehennem arasında Cenab-ı Hak üç hendek yaratır ki her hendeğin arası doğu ile batı arası kadar uzaktır.”

Ana babaya saygı

Ebu Gassan ed-Dabbî anlatıyor:

Babamla birlikte yürürken Ebu Hüreyre’ye rastladık. Bana:

– Yanındaki kim, diye sordu.

– Babam, diye cevap verdim. Ebu Hüreyre:

– Babanın önünde yürüme. Ya arkasında ya yanında yürü. Babanla kendi arana kimseyi sokma, babanı uçurumun kenarında yürütüp de korkutma. Babanın gözlerini diktiği etsiz kemiği bile yalama, belki canı çekmiş olabilir, dedi.




www.semerkanddergisi.com
Sayfa başına dön Aşağa gitmek

O Kutlu Nesil

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Menzil Forum :: Semerkand & Radyo & TV :: Semerkand Dergisi-
SİSTEM BİLGİLERİÖNEMLİ BİLGİLENDİRME
Powered by phpBB2 (subsilver)
Copyright ©2008 - 2011,
Content Relevant URLs by www.akmenzil.net
Kuruluş Tarihi : Paz 24 Ağus. 2008 - 18:30
akmenzil.net sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini onay almaksızın anında siteye yazabilmektedir.Bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcıya aittir.Sitemizde yasalara aykırı herhangi bir materyal bulursanızakmenzil@hotmail.com e-mail adresimize bildirirseniz,şikayetiniz incelendikten sonra en kısa sürede gereken yapılacaktır.
forum kurmak | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Son tartışmalar