Menzil Forum
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaNasreddin Hoca Fıkralarının Tasavvufî Yönü Untitl13Nasreddin Hoca Fıkralarının Tasavvufî Yönü Untitl14Latest imagesNasreddin Hoca Fıkralarının Tasavvufî Yönü Untitl15AramaGiriş yapKayıt Ol
Kütüphane bölümümüz güncellenmektedir.  "Kadın ve Erkek Eşitliği" konusu tamamlanmıştır.
Bağlantı sorunları nedeniyle Portal sayfası geçici olarak kaldırıldı....
"Program Arşivi" forumuna "Antivirüs Güvenlik" ve "Araçlar" kategorisi açılmıştır.
Son Konular
Konu
Tarih
Yazan
Hakkını vermediğimiz iş yüzümüzü ağartmaz
Evlilikler de Bunalıma Girer
Ahirete İnancımız Ölçüsünde Huzurumuz Olur
Ebedi Hayata Doğmak
ABDEST
TALAK (BOŞANMA)
Gül Sultanım (Yeni Video Klip)
Beş Esas
Meleklere İman
Can Feda Edilecek Dost
Paz Şub. 23, 2014 7:32 pm
Paz Şub. 23, 2014 7:27 pm
Paz Şub. 23, 2014 7:18 pm
Paz Şub. 23, 2014 3:07 pm
Ptsi Şub. 17, 2014 3:17 am
Ptsi Şub. 17, 2014 3:09 am
Ptsi Ocak 20, 2014 3:15 am
Cuma Ekim 11, 2013 4:33 am
Çarş. Ekim 09, 2013 2:50 am
Paz Ekim 06, 2013 3:15 pm











Paylaş|

Nasreddin Hoca Fıkralarının Tasavvufî Yönü

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
YazarMesaj
HAKTAN
Moderatör
Moderatör
HAKTAN
Teşekkürleri : 39
Yaş : 47
Kayıt tarihi : 16/09/09
Nerden : isvec
Mesaj Sayısı : 2453
Tecrübe Puanı : 20435

Nasreddin Hoca Fıkralarının Tasavvufî Yönü Vide
MesajKonu: Nasreddin Hoca Fıkralarının Tasavvufî Yönü Nasreddin Hoca Fıkralarının Tasavvufî Yönü EmptyCuma Ara. 17, 2010 5:56 pm

Hüseyin ÖZCAN

Türk milletinin bilge şahsiyetlerinden olan Nasreddin Hoca; halk dilinde, duygu, tefekkür, mizah ve hoşgörümüzü gösteren “fıkra” türünün öncüsüdür.

Başta Türk ülkeleri olmak üzere Dünya’nın birçok ülkesinde tanınan Nasreddin Hoca, sosyal hayatta karşılaşılan içinden çıkılmaz güç işleri, aklı, bilgisi ve hazır cevaplılığıyla mizahi biçimde çözen, güldüren ama güldürürken düşündüren keskin Türk zekâsının sembolü aktüel bir tiptir.1

Nasrettin Hoca, Sivrihisar yöresinde 1208 yıllarında doğmuştur. Babası Hortu köyü imamı olan Abdullah Efendi, annesi aynı köyden Sıdıka Hatun’dur.

Nasreddin Hoca ilk derslerini babasından almıştır. Daha sonra Sivrihisar Müftüsü Hasan Efendi’nin ‘Mecmua-yı Maârif’ adlı tamamlanmamış eserinden, hocanın Mutasavvıf Seyyid Muhammed Hayrânî’nin talebesi olduğunu ve hocasının Akşehir’e göçmesi dolayısıyla onun da Akşehir’e eğitim için gittiğini öğrenmekteyiz.2

Önce Sivrihisar’da medrese öğrenimi gören Nasreddin Hoca, babasının ölümü üzerine Hortu’ya dönerek köy imamı oldu. 1237’de Akşehir’e yerleşerek, Seyyid Mahmud Hayrânî ve Seyyid Hacı İbrahim’in derslerini dinledi. Bir rivayete göre medresede ders okuttu, kadılık görevinde bulundu. Bu görevlerinden dolayı kendisine Nasuriddin Hâce adı verilmiş, sonradan bu ad Nasreddin Hoca şekline dönüşmüştür. Onun hayatıyla ilgili bilgiler, halkın kendisine olan sevgisi yüzünden, söylentilerle karışmış, yer yer olağanüstü nitelikler kazanmıştır.

Nasreddin Hoca sağlam bir İslâm inancına, köklü bir dinî bilgiye, ciddî bir ahlâkî yapıya sahiptir. Tasavvuf kültürüne de vâkıf olan hoca, birçok tarihî yazma eserlerde evliyalar arasında zikredilir. Nasreddin Hoca, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde “hakîm ulu bir can” olarak tanıtılır.

Nasreddin Hoca ile ilgili en eski kaynak olan Ebu’l-Hayr Rûmî’nin Saltuknâmesi’nde (M. 1495) Sarı Saltuk, Nasreddin Hoca’ya bir hediye göndererek dua talebinde bulunur. Hoca evde olmadığı için hocanın hanımı, onun yerine dua eder. Bu duanın bazı cümleleri şu şekildedir: “.. dünyada fâsık, fâcir ile alâka eyleme, ve dahi kötü kişiye karşı kendini ve hem malını güvenip emanet etme ve dilinden tevbe ve istiğfarı koma, kendin için isteyeceğini başkası için de iste, Allah’tan korkup Rasül’den utanasın ve ahiret için burada güzel amel işleyesin, yaramaz işlerden kaçasın, günahlarını çoğaltmayasın ki gönlün kararmasın. Böylece gönül aynanda gizli sırları keşfedebilesin, Hakk’ı müşahede edebilesin.3

Nasreddin Hoca, Milâdî 1284 tarihinde Akşehir’de vefat etmiştir. Türbesi üzerindeki yazıda “ Yazı bâkî, ömür fânî, kul âsî, Rab affedicidir.” sözleri yer almaktadır. Nasreddin Hoca’nın sosyal hayatla ilgili fıkraları zengin bir konu çeşitliliği göstermekte, toplum hayatının hemen hemen bütün alanlarını kapsamaktadır. Bunların çoğunda mizahıyla, güler yüzüyle ders veren bir halk eğitimcisinin olumlu davranışını görürüz.4

Nasreddin Hoca bir çok fıkrasında halkımızın meselelerini pratik bir şekilde hâllederek hadiseler karşısındaki tavrı ve eleştiri becerisi, kullandığı dili ile Anadolu insanının duygularına tercüman olmuştur.

Nasreddin Hoca’nın temsil ettiği sıradan bir kurnazlık değil imbiklenmiş zekânın arkasında doğruyu, iyiyi, güzeli, sabır ve dürüstlüğü telkin eden bir akıl yürütme sistemidir.

Nasreddin Hoca fıkralarının temel özelliklerinden birisi de sözlü geleneğe uygun olarak kısa, açık, yalın ve özlü olmasıdır. Bu fıkralar, Türkçemizdeki halk söyleyişleri için zengin bir kaynak durumundadır. Diyaloglarda da söz uzatılmadan gaye kısa bir şekilde anlatılmıştır. Nasreddin Hoca’nın ağzında vurucu sözler kalıplaşmıştır. Bu kalıplardan ipe un sermek, bindiği dalı kesmek, kazın ayağı, kuşa benzemek, vb. bir çoğu özlü söz ya da deyim olarak kullanılmaya başlamıştır.5 Birçok fıkrada insanların ibret alacağı konular sembollerle anlatılır: “Ye kürküm ye, kürküm eski sözüm geçmez” ifadeleriyle toplumun gerçeğe değil dış görüntüye önem verdiği eleştirilir. “Kazan doğurdu, kazan öldü” fıkrası çıkarını koruma uğrunda tabiatın kanunlarına karşı gelmeyi eleştirir.6

Nasreddin Hoca’nın fıkralarında, halkı eğiten ve ona ders veren yaklaşımlar bulunmaktadır. Anadolu insanının birçok meseleyi Nasreddin Hoca’nın dilinden, ağzından ifade etmekten hoşlanması onun aklı ve zekâsı ile ilgili meseleleri yargılaması, hükme bağlaması, tenkid etmesi, üzerinde ciddiyetle durulması gereken ayrı bir mevzudur. Çünkü bu ortak güç, halkın ortak gücüdür, Nasreddin Hoca kalıbı içinde aksedişidir. Nasreddin Hoca’nın şahsiyetinde şekillenen Türk halk düşüncesi, dünya görüşü, insan anlayışı ve cemiyet hayatında cereyan eden olaylara karşı alınan tavır ve tutumların genel yapısı fıkralara yansımıştır. Nasreddin Hoca’ya bağlı olarak anlatılan fıkralar âdeta Türk düşüncesinin olukları, çeşitli ifade kalıpları gibidir. Bu sebeple de Nasreddin Hoca, bir fıkra tipi olduğu kadar, Türk düşüncesini, dünya görüşünü, insan anlayışını en iyi şekilde anlatan, ifade eden bilgemizdir. 7

Nasreddin Hoca’nın fıkralarını tasavvufî açıdan yorumlayan eserler de yazılmıştır. Bu eserlerden birisi de “Hoca Nasreddin Latifesiyle Burhaniye Tercümesi” adlı Mevlâna’nın torunlarından Seyyid Burhaneddin Çelebi’ye ait olan eserdir.

Nev’izâde Atâyî’nin ‘Sohbetül-Ebkâr’ adlı eserinde Nasreddin Hocaya ait şu fıkra yer alır: Kapalı bir çeşmenin tıkacını şuursuzca açan hoca, üstünü başını berbat eder. O, bundan güzel bir netice çıkarır: Boşboğaz cahil bir kişinin söylediği şuursuz bir söz, tıkacı açılmış çeşmeye benzetilir. Böyle bir söz temiz bir insanı kirletir. Haksız dedikodulara sebep olur. Herkesin bildiği gibi Nasreddin Hoca eşeğe ters biner. Bundan kasıt nefsin dediğini yapmamak, onun zıddına hareket etmektir. Zira nefis, ruhun bineğidir.

Bir Nasreddin Hoca fıkrasında, Dünyanın bir kocakarı olduğu ama onun cazibesinin kişiyi aldatıp kendini sattırdığı ifade edilir. Göle yoğurt çalmak, birçok kişiyi irşad etmeye çalışmak olarak, eşeğe alfabe öğretmek nefsi ilâhi bilgi ile eğitme, terbiye etme, ipe un sermek, ömrü heba etmek şeklinde şerh edilir.

Bir başka Nasreddin Hoca fıkrası ve buna yapılan tasavvufî yorum şu şekildedir: Bir gece rüyasında Nasreddin Hoca’ya dokuz akçe para vermişler. Hoca, hele on akçe olsun diye ısrar etmiş derken uyanıp bakmış ki elinde bir şey yok. Gözlerini tekrar kapatarak elini uzatan Hoca, “Getir dokuz akçe olsun.” demiş. Bu fıkranın tasavvufî izahı şu şekildedir: Bu fani dünya bir rüya âlemi gibidir. Kavga ve dövüşle daha çok kazanmak için çalışmanız boşunadır. Elinizde iken sadaka ve hayratta bulunun, uyandığınız vakit eliniz boş çıkmasın.

Bir başka fıkrada Hoca bir bahçeye girer. Bahçedeki sebzeleri çuvalına doldururken mal sahibi gelerek: ‘Burada ne yapıyorsun?’ diye sorar. Hoca: ‘Beni bir rüzgâr buraya attı!’ der. Bahçe sahibi: ‘Peki bu sebzeleri kim kopardı?’ diye sorar. Hoca: ‘Rüzgâr şiddetli olduğundan, beni oradan oraya attı ben de onlara tutundum, bu yüzden koptular.’ der. Bostancı: ‘Peki bunları çuvala kim doldurdu?’ deyince Hoca: ‘İşte ben de onu düşünüyordum.’ der. Fıkra şu şekilde yorumlanır: Gerçek hayata göre, bir gölge bir hayal gibi olan bu dünya hayatında, düşünmeden, helâl haram demeden, yarını düşünmeden tûl-i emel ile çalışan rızık toplayan kimseler, yarın bağbânı hakikî olan Cenab-ı Kibriya’nın divanında öyle eğri büğrü sözleri kabul olunmayacağından, bu duruma düşmektense şimdiden tefekkür edip tedbir almalıdırlar.

Bir başka fıkrada; Nasreddin Hoca: “Ey Müslümanlar Hak Tealâ’ya şükredin ki deveye kanat vermemiş. Eğer vermiş olsaydı evlerinize yahut bahçelerinize konarak başlarınızı yıkardı.” demiş. Yani Hak Tealâ’nın azâmet ve ihsanını müşahede edin her kuluna mal ve mansıp vermediğine şükredin. Zira, herkesin kabiliyetine göre ihsan olunur. Farklı bir fıkrada Nasreddin Hoca bir gün uzak bir yerden gelirken merkebi gayet susamış. Birden önünde gölü gören eşek hemen göle doğru koşmaya başlamış.

Yüksek bir yerden inilen göle hızla ilerleyen eşek tam düşecek gibi iken göldeki kurbağalar ötmeye başlamış. Eşek de ürküp geriye kaçmış. Hoca eşeği tutup kurbağalara hitaben: “Aferin göl kuşları deyip göle üç para atarak varın bununla helva alın yiyin” demiş. Bu fıkranın tasavvufî yorumu olarak “Sizlere ve mallarınıza bir ziyan gelmezse Allah’a şükredin. Sadaka verip ihsan edin, zira vereceğiniz sadaka nice belâları ve kazaları defedip sizleri sûrî ve manevî tehlikeden kurtarıp ömrünüzü ve malınızın çok olmasına delâlet eder.”8 denmiştir.

Nasreddin Hoca nüktedanlığı ile Batılıların da dikkatini çekmiş, etkilenmeler sonrasında onun fıkraları ile Batıdaki bazı fıkralar arasında benzerlikler tespit edilmiştir. Kimi zaman Batıda karikatür sanatçılarına ilham kaynağı olmuş Nasreddin Hoca fıkralarımız da vardır. Sözgelimi, eşeğine binen Hoca heybesini omzuna koyar ve bunun sebebini soranlara: “Zavallı hayvan, beni zor taşıyor, bir de heybeyi mi taşısın?” der. Fransız karikatür sanatçısı bu konuyu şöyle işliyor: Birisi tartılırken paltosunu çıkararak koluna almıştır, basküldeki rakamın aynı kaldığını görünce şöyle der: “Tuhaf şey, paltomu çıkardığım hâlde, kilom değişmedi!”9

Mevlana’nın tasavvuf eğitiminde musiki ne ise, Nasreddin Hoca’nın irşadında mizah odur. Onun mizahı, dinî, edebî ve ahlâkî mesajlar içerir.10

Görüldüğü gibi Nasreddin Hoca fıkraları, görünen yüzü dışında derin manalar içermektedir. Tasavvufî bir kültüre sahip olan Hoca, fıkralarında kullandığı sembolik bir dil ile birtakım mesajlar vermiştir. Nasreddin Hoca’nın, hayatını incelediğimizde aldığı eğitim ve görevlerin bu tür allegorik anlatımları yapabilecek bir altyapıya sahip olduğunu görüyoruz. Birçok tarihî yazma eserlerde Nasreddin Hoca fıkralarının tasavvufi şerhlerinin yapılması ve halk tarafından hikmetle okunması, fıkraların bu ilk bakışta görülmeyen dünyasına olan ilginin bir sonucudur.

Nasreddin Hoca, bahsi geçen fıkralarındaki bazı sembol varlıkları, kanaatimizce, şuurlu olarak kullanmıştır. Onun fıkralarındaki temel figür, güldürürken düşündürmek şeklinde öne çıkar. Dolayısıyla fıkraları sadece gülme adına söylenmiş vak’alar, Nasreddin Hoca’yı da bir komedyen gibi görmek, yanlış bir yaklaşım olacaktır.

Nasreddin Hoca’nın fıkralarını okurken, fıkraların arka planındaki kastı
anlamaya çalışmamız gerekir.

Kaynaklar

1 İsa ÖZKAN:Nasreddin Hoca Fıkraları, Ankara 1999. s. 4.
2 İbrahim Hakkı KONYALI, Akşehir,İstanbul 1945. s. 731-732.
3 FahirİZ, Türk Edebiyatında Nesir (Dua kısmen sadeleştirilmiştir) C. l, s. l7.
4 Şükrü KURGAN:Nasrettin Hoca,İstanbul 1996. S. 23
5 Alpay KABACALI:Bütün Yönleriyle Nasreddin Hoca,İstanbul 2000, s. 59.
6 Şükrü KURGAN: Nasreddin Hoca, Ankara 1999. s. 78. s
7 Dursun YILDIRIM:Türk Edebiyatında Bektaşi Fıkraları, Ankara 1999.s. 26.
8 Fikret TÜRKMEN: Nasreddin Hoca Latifelerinin Şerhiİzmir 1999.
9 Feyzi HALICI: Şair Burhaneddin’in Nasreddin Hoca’nın Fıkralarını Şerhe den Eseri, Ankara 1994.
10 Abdurrahman GÜZEL: Dinî Tasavvufî Türk Edebiyatı, Ankara 2000.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
HAKTAN
Moderatör
Moderatör
HAKTAN
Teşekkürleri : 39
Yaş : 47
Kayıt tarihi : 16/09/09
Nerden : isvec
Mesaj Sayısı : 2453
Tecrübe Puanı : 20435

Nasreddin Hoca Fıkralarının Tasavvufî Yönü Vide
MesajKonu: Geri: Nasreddin Hoca Fıkralarının Tasavvufî Yönü Nasreddin Hoca Fıkralarının Tasavvufî Yönü EmptyCuma Ara. 17, 2010 6:13 pm

Nasreddin hoca ve tasavvuf
Hocanın gerçek adı Nasreddin'dir.Daha sonra 'hoca' lakabını almıştır.
Babası Abdullah Efendi
Annesi Sıdıka hanımdır.


Babası köyde imam olup vefatından sonra bu görevi hoca yürütmeye devam etmiş daha sonra molla Mehmet aadında birine bırakarak Akşehire gitmiştir.
Hoca ilk tahsilini babasından okuma yazma öğrenek yapmıştır.Daha sonra Arapça ve Farsça'yı öğrenen Nasreddin hoca Sivrihisar ve Konya medreselerinde ilim tahsil etmiştir.Ayrıca hoca fıkıh ilmini tahsil etmiş ve Kuranı ezberlemiş kuvvetli bir hafızdır.


Nükteli sözleri zarif latifeleri ve hikmetli fıkraları ile şöhreti tüm dünyaya yayılan Nareddin Hocanın kişiliğini tanımak çok önemlidir.Hayatın yoksulluklarını üler yüzle karşılayan hoca Nasreddin insanların bencil yönünü taşlarken merhametsiz toplumun değersiz ve yanlış inançlarını alaya alırken de tavizsiz dir.Çünkü onun amacı halıyı yırtmak değil silkelemektir.İnsanların nefsi heva ve heveslerini bir mürşid-i kamil olarak terbiye etmektir.


Nasreddin Hoca bazı fıkralarında olduğu gibi saf ve basit bir görünüm arzetmesine rağmen o Kuran'ı hıfzetmiş bir kaç kelam ve fıkıh kitabı okumuş hatta hayatının bazı dönemlerinde bizzat kendiside müderrislik yapmış bir hocadır.Alında sadece ilim için büyük bir hürmet beslediği söylenemez.Nasreddin Hocanın sufilik yönüde vardır.Bir takım zahiri ilimler öğrenerek kendisini alim zannedenlerden değildir.Bir gün karısının çocuğunu uyutamadığını görünce fıkıh meselelerini içeren Kudüri kitabını açarak yüksek sesle okumaya başlar.Hayretle bu hareketin sebebini soran karısına ''Camide bu kitabın okunduğu zaman mollaların uyuduğuna bakılırsa çocuğa afyon gibi tesir eder'' der.


Dini görevi sebebiyle sık sık kudretli kişilerle de karşı karşıya gelen Nasreddin hoca'nın bunlarla mücadelelerinde huy ve karakterinde bir şey değişmediğini görüyoruz.Ne makam sahiplerinin makamlarıi ne zenginlerin varlıkları onun gözünü kamaştırmaz.


Nasreddin Hocanın Seyyid Mahmud Hayrani'ye intisab ettiği ve Hoca pir Ebi Hoca Cihan Mevlana Yunus Emre Hacı Bektaş Veli Akşehirli Bilgin Sinaneddin vb. sufilerle aynı coğrafyada yaşadığıve onlarla temaslar kurduğu şeriata bağlı hatta şeriat hadimi olduğu öteden beri bilinen bir gerçektir.


Nasreddin hocanın fıkraları insanları kahkalara boğan ve sırf güldürmek maksadıyla söylenmiş sözler değildir.Aksine dinleyen ve gülen kişileri biraz sonra düşünmeye sevkeden birer hikmet pırıltısıdır.Hoca halkın cehaletinden kaynaklanan olayları ve yanlışları mizah yoluyla yerme ve düzeltme işlevini yapmıştır.


Asrın 20. asrın Yunus Emresi olarak belirtilen İsmail Emre sohbetlerinde sık sık Nasreddin Hoca'nın latifelerine yer vermiş onun büyük bir mutasavvıf olduğunu ve latifelerin tasavvufi hakikat ile tasavvufi ahlakı telkin ettiğini söylemiştir.
Bu görüş aslında Nasreddin Hoca fıkralarını taklitlerinden ayırmak için şaşmaz mihenktir.Emre'ye göre Nasreddin Hoca hem isnat hemde istinat merkezi olmuştur.Arifler mutasavvıflar kendi sözlerini tesir etsin diye Hoca'ya atfetmiştir.Hoca'ya bazende müstehcen fıkralar isnat edilmiştir ki bunlar asla Hoca'nın değildir uydurmadır iftiradır.


Remzi Oğuz Arık İsmail Emre'nin Nasreddin Hoca'nın fıkralarına getirdiği tasavvufi yorumu ilk etapta bir iddia olarak zannetmişse de aldığı cevaplarla hayretini gizleyememiştir.Söz konusu bu durum şöyle cereyan etmiştir.Remzi Oğuz Arık ile İsmail Emre Adana'da Dr. İhsan Önal'ın delaletleriyle ilk tanışmalarında bu mevzu üzerine konuşulurken Remzi Oğuz Emre'ye ''Madem Nasreddin Hoca fıkralarının tasavvufi bir mana taşıdığını iddia ediyorsunuz ben size bir fıkra anlatayım siz bunu tasavvufa tatbik edin'' diyerek şu fıkrayı anlatır:
Nasreddin Hoca'nın bir evi varmış.Hoca bir gün evine diyor ki: ''Sen artık adamakıllı eskidin neredeyse yıkalacaksın.Gel seninle bir anlaşma yapalım.Sen bana ne zaman yıkılacağını söyle bende senin altında kalmayayım.'' Ev de ''peki'' diyor.Aradan epey zaman geçiyor.Bir gün ev yıkılıyor.Bereket versin ki Hoca evde değilmiş.Akşam hoca eve geliyor; bakıyor ki ev yıkılmış ona:''Hani sen bana ne zaman yıkılacağını haber verecektin?'' diyor.Ev de ''Ben sana çok söyledim ama sen anlamadın.Bir gün duvarım çatladı bir gün sıvalarım döküldü bir gün tuğlam düştü.Bunlar hep sana benim yıkılacağımı haber veriyordu.Bizim dilimiz böyledir.'' diyor.
Emre'de fıkrayı şöyle şerh ediyor: ''Evi insan vücuduna benzetsek olmaz mı? Evin yıkılması da ölüm olsun.Duvarın çatlaması sıvaların dökülmesi tuğlaların düşmesi de hastalanmamıza saçlarımızın dişlerimizin dökülmesine benzetilmez mi?'' Emre bu izahı yaparken hikmeti ilahi Remzi Oğuz ağrayan dişine aspirin istiyor.Bunun üzerine İsmail Emre:''İşte bakın ev size bir tuğlasının düşmek üzere olduğunu haber veriyor.'' deyince bu izah ve bu örnek Remzi Oğuz'un hoşuna gidiyor.Daha sonra Emre latifenin gerçek anlamını:''Bu vücud binası bir gün nasıl olsa ölüm zelzelesiyle yıkılacaktır.İş bu ev yıkılmadan 'ölümden evvel ölerek' ebedi eve 'emin beldeye' yani bir kamil insanın gönlüne göç etmektir.'' şeklinde tamamlıyor.


İnsan hayatı aydınlanmaya götüren deneme ve yanılmalardan geçerek anlam kazanır.Bizler de bu yolla aydınlanmanın gerçek kaynağına yaklaştığımız sürece ve ölçüde mutluluk yolunda yol kat edebiliriz.Nasreddin Hoca'nın ''evinde kaybettiği yüzüğünü dışarısı içeriden daha aydınlık'' diyerek kapı önünde aramsının hikaye edildiği nüktesinde olduğu gibi aydınlanmayı gerçek dışı kaynaklada arayan bir kimsenin çelişkisine dikkat çekilmektedir.


HOCANIN BAZI LATİFELERİNDE İŞLENEN TASAVVUFİ KONULAR VE ŞERHLERİ


Latife
Nasreddin Hoca'ya:''Her saba halkın kimi o yana kimi bu yana gider sebebi nedir?'' Diye sromuşlar.Hoca:''Eğer hepsi aynı yöne gitseler dünyanın dengesi bozulur devrilirdi'' cevabını vermiş.


Şerh
Hocamız Cenab-ı Hakkın Kuran'da ki:''Onlardan kimisi kendine zulmeder kimi ortadadır kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır.İşte büyük fazilet budur.''(Fatır 32) - ''Dünya hayatında onların geçimlerini biz paylaştırdık.Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık.Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.''(Zuhruf) ayetlerine işaretle insanların farklı farklı alanlarda çalıştığını değişik duygu ve düşüncelere sahip olduğunu ve Hakk'a ulaşmak için farklı metodlar yollar takip ettiklerini ifade etmektedir.Hocamız bu latifesi ile aynı zamanda tarikatlara işaret etmektedir.Çünkü Allah' ulaştıran yollar çoktur.Ancak herkesin yapısı aynı değildir.Mesela Kadiri tarikatında nefis ile mücadele ön planda olurken nakşibendi tarikatında nefis ikinci planda tutulmaktadır.Dolayısı ile insanların aynı yolada olmaları beklenemez.
<>


Latife
Nasreddin Hoca'nın iki karısı varmış.Bir gün birini bir kenara çekip kendisine mavi bir boncuk vermiş.''Al bunu sakla sakın ortağına bir şey söyleme'' demiş.Bir başka zamanda ötekine de bir mavi boncuk verip aynı şeyi söylemiş.Bir gün kadınlar Nasreddin Hocanın hangisini daha çok sevdiği hususunda bahse ve münakaşaya girmişler.Anlaşamayınca meseleyi Nasreddin Hoca'ya sormuşlar.''Hangimizi daha çok seviyorsun?'' Hoca ikisine de manalı manalı bakarak:''Mavi boncuk kimdeyse onu'' demiş.


Şerh
Hoca aile hayatında bile sergilemiş olduğu örnek yaşantısı ile bizlere nice ders ve öğüt vermektedir.Tasavvufta şeyhin saliklere olan mesafesi aynıdır.Ancak saliklerin aklında bazen ''şeyhimiz acaba hangimize daha çok yöneliyor'' sorusu geçebilir.Belki bir başkasına dah çok iltifat ettiğini görerek yanılabilir.Ancak latife de olduğu gibi el vermek mavi bir boncuktur ve herkim de bu boncuk varsa şeyhin ona olan ilgisinde bir eksiklik yoktur herkes bu konuda eşittir.Yeterki onda şeyhine karşı bir eksiklik olmasın...
<>


Latife
Bir gün ahibbasından birisi Hoca'ya rica eder:
-Senin ifaden düzgündür bize bir mektub yazıver.Hoca sorar:
-Mektub nereye gidecek?
-Bağdat'a
-Bu garip başım Bağdat'ı da mı görecek?
-Neden Bağdata gitmen icab ediyor?
-Bunu bilmeyecek ne var? Benim yazım gayet fenadır.Ancak ben okuyabilirim.Yazdığım mektubu yine ben okumalıyım ki münderecatı anlaşılsın.


Şerh
Nasreddin hoca bu latifesi ile Mürşid-i Kamilin gerekliliğini anlatmıştır.Hakikat kitaplardan okumakla anlaşılsaydı mürşide lüzum ve gerek kalmazdı.Bir okul talebesi okumayı öğrenmiştir ama lise kitaplarını okuyup anlayabilir mi? Öğrenmek için mutlaka hocaya ihtiyacı vardır.Nasreddin hoca:''Ancak ben izah etmeliyim ki anlasınlar'' demiştir.Yani tasavvuf kitap okumaya metin ezberlemeye dayanmaz.Akli sitidlal ile de ilgili değildir.Yani nazari değil tecrübidir.Bu özelliğinden dolayı ''tasavvuf kal (söz) ilmi değil hal ilmidir'' denmiştir. ''Tatmayan bilmez'' sözü de buna işaret etmektedir.Yani bir kimse tasavvufi eserleri okuyarak sufi yada şeyh olmaz.Halbuki bir kimse tefsir ilimlerini okuyarak müfessir olabalir.
Tasavvuf ilminin bir mürşid nezaretinde talim edilmesi zorunluluğu onun kitablardan öğrenilmesini imkansız kılmıştır.İnsan mürebbiesinin karşısına geçecek onun gözünden sevgisinden gıda alacak ki istifade edebilsin.
Mürid mürşidinin ruhaniyetine muhabbet yoluyla teveccüh edince mürşidin ruhaniyeti onun batınında feyz tesiri gösterir.Bu feyz beşeri zaaf ve sıfatları izale ederek mürid tedricen şeyhinin boyasına boyanır.Bu sevgi sonucu meydana gelen kalbi beraberlik şahsiyet transferi ve aynileşmeyi doğurur.Yani mürid nefsinin kötü huylarından kurtularak şeyhinin iyi ve güzel vasıflarıyla donanır.
<>


Latife
Yedi kör bir nehrin kenarına gelmişler; karşı tarafa geçmek istiyorlar fakat nehrin geçit yerini bilmiyorlar göremiyorlar.Orada beklerken ayak seslerinden anlıyorlar ki bir adam suyun öbür yakasından kendilerine doğru geliyor.Soruyorlar:''Sen kimsin?'' Adam:''Ben Nasreddin Hocayım'' diyor. Körler:''Madem sen suyun geçidini biliyorsun bizi de geçir sana para verelim.'' diyorlar.Hoca onlara:''Olur adam başına iki mangır alırım'' diyor.Körler razı oluyorlar.Hoca onlara:''Gözü bir parça ışık gören elimden tutsun'' diyor.Körler Hocanın dediği gibi yapıyorlar.Hoca önde körler arkada el ele nehrin ortasını bulunca sondan iki körün ayakları kayıyor suya gidiyorlar.Arkadaşları feryadı basıyor:''Aman iki arkadaşımız suya giti!'' Nasreddin Hoca dönüyor bunlara:''Ne bağırıyorsunuz be!'' diyor ''İki kör suya gittiyse dört mangır eksik verin.''


Şerh
Bu alem de hiç durmadan akan zaman nehri içinden geçen bir geçittir.Bizler Allah'a ulaşan yolu bilmiyoruz.Yolu bilmediğimiz için bir kör ile aynı değeri taşıyoruz.Kör gremediği için bulamaz biz ise bilmediğimiz için bulamıyoruz.Eğer biz de bir Allah adamının yani mürşid-i kamilin elinden tutmaz isek bu geçidi geçemeyiz.Geçidi geçemeyenlerin kıymeti de iki mangır değerindedir.
Kısaca Nasreddin Hoca insanların hakikate ulaşma yyönünden kör olduklarını bu sebeple de Hakka ulaşmak için bu yolun büyüklerine mürşitlerine ihtiyaç olduğunu ve bunlara intisab edilmesi gerektiğinie işaret etmektedir.
<>


Latife
Akşehir çocukları ceplerine birer yumurta alarak Nasreddin Hoca'yı da yakalayıp zorla hamama götürürler.Soyunurlar yıkanırlar.Hoca göbek taşında yatarken evvelden anlaştıkları üzere içlerinden biri der ki:
-Çocuklar' Gelin bir oyun oynayalım.Oyunda kazanamayan hamamın parasını geri versin olmaz mı?
-Nasıl bir oyun?
-Herkes bir yumurta yumurtlasın.Yumurtlamayan hepsinin hamam parasını versin.Nasıl?
Çocuklar hep bir ağızdan bağırırlar:
-Oluuur.
Nasreddin Hoca da kendileriyle beraber geldiği için ona sorarlar:
-Bu işe sen ne dersin?
Konuşmanın başından beri onları dikkatle dinleyen Hoca sesini çıkartmamış.Onun sükutunu ikrar telakki eden çocuklar birer birer gıdaklamaya başlarlar peştemallarının arasına evvelce sakladıkları yumurtaları çıkarıp Hoca'ya gösterirler.
Bunun üzerine Hoca ayağa kalkar ellerini kollarını çırpıp sallayarak horoz gibi öter:
-Öörü' ööööö!
Çocuklar bu ummadıkları hareket karşısında şaşırırlar:
-Ne yapıyorsunuz efendim amca?
-Ne yapacağım oğlum bu kadar tavuğa elbette bir horoz lazım...


Şerh
Tasavvuf yolunun salikleri masivadan sıyrılarak nefs terbiyesi hamamına girdiklerinde içlerinde onları hak ve hakikata ulaştıracak olgun bir yol gösterici kamil bir mürşid bulunması gerekir ve salikler de bu kamil insanın kimya gibi tesirli nefesinin etkisiyle huzura ulaşmadıkça kendi kendine latif şeyler gerçekler ledün ilmi ve sevgisi hasıl olmaz.


Sonuç olarak Nasreddin Hocamızın ilmi yönü kadar tasavvuf yönüde vardır.Kendisi Seyyid Mahmud Hayrani ve Seyyid Hacı İbrahim'e intisab ederek manevi yolda nasblenmiş bir insandır.Latifelerinde de nefs nefs terbiyesi fakr mürşid mürşidi kamilin gerekliliği şeriat-tarikat-hakikat-marifet rabıta tevessül erbain irşad zikir sabır kanaat tevekkül ihlas gibi tasavufi konular işlenmiştir.
.....................
Daha geniş malumat içn yazımızı alıntıladığımız Dr. Selami Şimşek'in Buhara yayınlarından çıkan Nasreddin Hoca ve Tasavvuf adlı eserine bakabilirsiniz...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Nasreddin Hoca Fıkralarının Tasavvufî Yönü

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Menzil Forum :: Sosyal Grup :: Eğitim-
SİSTEM BİLGİLERİÖNEMLİ BİLGİLENDİRME
Powered by phpBB2 (subsilver)
Copyright ©2008 - 2011,
Content Relevant URLs by www.akmenzil.net
Kuruluş Tarihi : Paz 24 Ağus. 2008 - 18:30
akmenzil.net sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini onay almaksızın anında siteye yazabilmektedir.Bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcıya aittir.Sitemizde yasalara aykırı herhangi bir materyal bulursanızakmenzil@hotmail.com e-mail adresimize bildirirseniz,şikayetiniz incelendikten sonra en kısa sürede gereken yapılacaktır.
Yeni bir forum kurmak | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Son tartışmalar