Menzil Forum
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaAkıl ile Duygusallık Arasında Din Untitl13Akıl ile Duygusallık Arasında Din Untitl14Latest imagesAkıl ile Duygusallık Arasında Din Untitl15AramaGiriş yapKayıt Ol
Kütüphane bölümümüz güncellenmektedir.  "Kadın ve Erkek Eşitliği" konusu tamamlanmıştır.
Bağlantı sorunları nedeniyle Portal sayfası geçici olarak kaldırıldı....
"Program Arşivi" forumuna "Antivirüs Güvenlik" ve "Araçlar" kategorisi açılmıştır.
Son Konular
Konu
Tarih
Yazan
Hakkını vermediğimiz iş yüzümüzü ağartmaz
Evlilikler de Bunalıma Girer
Ahirete İnancımız Ölçüsünde Huzurumuz Olur
Ebedi Hayata Doğmak
ABDEST
TALAK (BOŞANMA)
Gül Sultanım (Yeni Video Klip)
Beş Esas
Meleklere İman
Can Feda Edilecek Dost
Paz Şub. 23, 2014 7:32 pm
Paz Şub. 23, 2014 7:27 pm
Paz Şub. 23, 2014 7:18 pm
Paz Şub. 23, 2014 3:07 pm
Ptsi Şub. 17, 2014 3:17 am
Ptsi Şub. 17, 2014 3:09 am
Ptsi Ocak 20, 2014 3:15 am
Cuma Ekim 11, 2013 4:33 am
Çarş. Ekim 09, 2013 2:50 am
Paz Ekim 06, 2013 3:15 pm











Paylaş|

Akıl ile Duygusallık Arasında Din

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
YazarMesaj
Misafir
Misafir
Anonymous

Akıl ile Duygusallık Arasında Din Vide
MesajKonu: Akıl ile Duygusallık Arasında Din Akıl ile Duygusallık Arasında Din EmptyCuma Mart 19, 2010 12:25 am

Akıl ile Duygusallık Arasında Din


Halil AKGÜN • 117. Sayı



Son yıllarda dinî faaliyetlerin tamamen duygusal bir çerçeveye oturduğu gözlemleniyor. Dinî yayınlardan toplantılara kadar pek çok alanda duygusallık öne çıkıyor. Özellikle dinî yayıncılığın tek hedefi, adeta duygulara hitap etmek. Oysa din, duygudan ibaret bir şey değil. Duygular insan hayatında önemli bir rol oynuyor şüphesiz. Fakat dinî bilinci ve hassasiyetleri duygulara ve duygusallığa indirgemek, beraberinde başka sorunlar getiriyor.

Modern rasyonalizm ve pozitivizm dini, duygular alemine ait bir şey olarak görüyor. Dinin temel ilkelerinin akıl ve bilim yoluyla ispatlanamayacağı varsayıldığı için, tarihî, sosyolojik ve psikolojik açıklamalara başvuruluyor. “Efendim din, insandaki yokluk duygusunu tatmin etmek için vardır”... türünden şeyler söyleniyor. Bu tür tariflere, tabiattan korku, hurafe, gelişmemişlik, vs. gibi başka izahlar da ekleniyor.

Dinin bugünkü halini inceleyen bazı sosyal bilimciler, dinî inancın insanın duygu dünyasındaki yeri üzerinde duruyor. Dinin özünün insan üstü bir hakikate değil, insanın içindeki bir takım derin duygulara, hislere dayandığı söyleniyor. Bunlar mutlaklık, sonsuzluk, büyüklük, vb. duygular olabilir. Fakat son tahlilde din, beşeri his ve duyguların bir uzantısı olarak görülüyor. Akıl, mantık ve bilimin alanı, dinî düşünceden kesin olarak ayrıştırılıyor. Sonuçta insan üstü gerçekliği ve temeli olmayan bir din tasavvuru çıkıyor ortaya.

Bu tasavvura, dinler tarihinden sosyoloji araştırmalarına, popüler medya yazılarından filmlere kadar hemen her alanda rastlamak mümkün. Dinî kavramların hakikatine hiç temas edilmeden sadece duygusal boyutu ele alınıyor. Böylece din sadece insanı mutlu etmek, rahatlatmak, rehabilite etmek için işe yarayan bir tecrübe haline geliyor. Hümanist olduğunu söyleyen çevreler de dine böyle bir anlam biçiyor. “Rahatlamak için” Mesnevi’yi okuyor. “Transa geçmek için”, yarı-dinî ritüeller yapıyor.

Böyle bir din tasavvuru, metafizik ve ilâhi köklerinden kopartılmış, giderek insanın kendi kendine inşa ve tarif ettiği bir kurgu haline geliyor. İnsanın duyguları değişken olduğu için, onlara dayalı din tasavvurları da sürekli değişiyor. Zamanın şartlarına göre şekil alıyor. Günün modası neyse, dinlerin de onlara ayak uydurması bekleniyor. Ayak uyduran dinler çağdaş ve insancıl oluyor. Modalara direnenler tutucu ve çağdışı oluyor. Hıristiyanlık birinci gruba girerken, İslâm genellikle ikinci gruba dahil ediliyor.

Batının din tecrübesi

İşlerin bu noktaya gelmesinde Hıristiyanlığın Batı medeniyetinde yaşadığı acı tecrübenin rolü büyük. Hıristiyanlık Ortaçağların sonlarına doğru dinî hakikat iddiasından büyük ölçüde vazgeçmişti. Bilim, felsefe, mantık, kozmoloji, ilimler tasnifi gibi alanların dışına itilen Hıristiyan inancı ve Katolik kilisesi, çareyi akıl-dışı alanlarda buldu. Zaten Hıristiyan inancı baştan beri insan aklının sınırlarını fazlasıyla zorlayan unsurları bünyesinde barındırmaktaydı. Modern felsefenin ve akılcılığın başkaldırmasıyla Kilise bütün meşruiyet zeminini yitirdi. Hıristiyanlık geleneğinden geriye bir takım hisler, kişisel duygular, adetler kaldı.

Modern düşüncenin en büyük hatası, Batı medeniyetinin bu hususi tecrübesini genelleştirmesi ve bütün dinlerin Hıristiyanlık gibi olduğunu ilan etmesiydi. Batılı olmayan toplumlar da bu tanımları sorgusuz sualsiz kabul ettiler. Osmanlı’nın son dönem aydınları arasında Batı düşüncesini hiç bir eleştiri süzgecinden geçirmeden adeta yeni bir din gibi kabul eden aydınlar vardı. Neyse ki Batıya eleştirel bakabilen pek çok aydın ve alimimiz de mevcut. Onlar sayesinde bir din olarak İslâm, Hıristiyanlığın yaşadığı yıkıcı tecrübeyi yaşamaktan kurtuldu. Fakat bu hadiselerin İslâm toplumları üzerindeki etkisi oldukça derin oldu.

Bugün Türkiye’de ve İslâm dünyasında dinî inancı duygusal bir boşalım üzerinden anlatmaya, aktarmaya çalışan bir eğilim var. Bunlara çeşitli yayınlarda, TV programlarında, filmlerde, dizilerde rastlıyoruz. İnsanoğlunun dramı, dinin bir gereği yahut yansıması gibi takdim ediliyor. İzleyicide dinî bir duygu boşalımı sağlanıyor ve bunun tek başına bir başarı olduğu zannediliyor. Dinî geleneğimizin en güçlü temaları, TV ekranlarına basit bir dizi film olarak yansıyor. Üstelik seviyesiz, zevksiz, kaba-saba, el yordamıyla kotarılmış hikâyeler, diyaloglar, karakterler bu yapımlara damgasını vuruyor. Duygusal yoğunluğu açısından baktığınızda bu filmlerin, Latin Amerika dizilerinden hiç bir farkı yok.

Aşırı uçlardan kaçınmak gerekir

Modern düşüncenin katı rasyonalizmi bir aşırı ucu temsil ederken, bu aşırı dinî duygusallık da bir başka aşırı uca tekabül ediyor. Oysa akıl ve iman boyutundan soyutlanmış, adeta hislere indirgenmiş bir din tasavvurunun ne Kur’anda, ne de Sünnette yeri var. Kur’an insanları imana hem akıl, hem de duygularıyla beraber davet ediyor. Çünkü insan, Descartes’ın tersine ne tek başına “düşünen bir makinedir”, ne de akıl ve inançtan yoksun bir duygu paketidir. Tek başına akıl, insanı insan olmaktan çıkarttığı gibi, akıl ve ilimden yoksun bir duygu da insanı ancak zayıf ve eksik bir imana götürür. Bu yüzden akıl ile duygu, iman ile his, his ile akıl arasında bir denge vardır ve bu dengenin her daim muhafaza edilmesi gerekir.

Kur’an-ı Kerim pek çok ayette, insanı sarsacak mahiyette çağrılarda bulunur. “Ey Ademoğlu! Sen önce kendinin ne kadar zayıf, aceleci, nankör, muhteris, kıskanç… olduğuna bak!” der. Ama aynı zamanda “Ey Ademoğlu! Ben seni yeryüzünde adaleti tesis etmen için yarattım. Öyleyse yaradılış şerefine ve makamına uygun hareket et!” der. Birinci yoldan gidenler hem dünyalarını, hem de ahiretlerini kaybederler. İkinci yolu tercih edenler, ‘eşref-i mahlukat’ mertebesine ulaşırlar.

Her iki yolun izlenmesinde de insanın duyguları kadar aklı da önem arzeder. Aklını doğru kullanamayan, heva ve hevesinin emrine veren kişi, daha baştan kaybetmiştir. Çünkü ondaki akıl, artık doğru muhakeme yapamaz. Tersine, nefsinin her arzusunu meşrulaştırmak için bin bir dereden su getirir. Aklını şeytana satan kişi, ilâhi ölçüyü kaybeder. Nasıl bir hüsran içinde olduğunu da bilemez.

İşte bu noktada Kur’an insanları akıllarını kullanmaya davet eder. Onlara önce kendi yaradılışlarına bakmalarını salık verir. Sonra alemin nasıl bir nizam içinde olduğuna bakmasını tavsiye eder. Kur’anda onlarca defa tekrar edilen “akletmiyor musunuz?” sorusu, bu ince noktaya dikkat çeker. İmanın nuruyla aydınlanmış bir akıl, hakikati hem duygu, hem de akli delil düzeyinde kavrar. Ve bu iman, tahkiki imandır. Yani hesabı verilmiş, zemini sağlam, her tür şek ve şüpheden arındırılmış sağlam bir imandır.

Modern aklın hatası

Modern akıl ise bundan uzaktır. Modern akıl, kendini hakikatin yegane kaynağı ve mercii olarak görür. Bir şeyin doğru mu yanlış mı, güzel mi çirkin mi olduğuna bu akıl karar verir. Din, tarih, gelenek, metafizik, insan, öte alem, kısacası her şey bu aklın hükümlerine, tercihlerine, heveslerine göre tanımlanır. İnsan-merkezli bu akıl anlayışı, bizi tahkiki imana değil, bir akıl diktasına götürür.

Bu aklın alternatifi, duygular alemine sığınmak değildir. “Akıl böyle diyor ama duygularım şöyle diyor” tarzındaki yaklaşımlar ancak büyük bir ikileme, çelişkiye delalet eder. Oysa Kur’an bize akıl ile duygu, iman ile akletme, inanç ile tahkik arasında bir denge olduğunu söylüyor. Bu dengeyi kurduğumuz zaman hem akıl dünyamız, hem duygu iklimimiz sağlam bir zemine oturur. Şüphenin, heva ve hevesin, vesveselerin karşısında bu akıl-duygu bütünlüğü bizi her tur imani tehlikeden korur.

Klasik İslâm medeniyeti, böyle bir denge üzerine kurulmuştur. Orada aklın en zirve eserleriyle, his ve duygu dünyasının en derin halleri mükemmel bir uyum içerisindedir. Bilimden sanata, düşünceden dinî yaşama, mantıktan dinî mimariye kadar her alanda bu denge kendini hissettirir.

Özellikle günümüzdeki din tasavvurunu bu ikilemden kurtarmamız gerekiyor. Dinî yayıncılık alanında karşımıza çıkan aşırı duygusallık, tahkiki imanı yer yer tehlikeye sokuyor. Buna karşı hepimizin dikkatli olması ve iman-akıl-duygu bütünlüğünü yeniden inşa etmesi gerekiyor.

İslâm’ın yolu, orta yoldur. İslâm ne duygudan yoksun kati bir akılcılığı, ne de ilim ve irfandan yoksun bir duygusallığı salık veriyor. Zira insani değerlerden yoksun bir akılcılık, bizi insan olmaktan çıkartır; birer makine haline getirir. Aynı şekilde bilgi temelinden yoksun bir duygusallık, bizi çalkantılara sürükler; tahkiki imanın sağlam zemininden uzaklaştırır. Salt duygusallığa indirgenmiş bir din tasavvuru, hakikat iddiasından vazgeçme tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Bu yüzden günümüzün dinî faaliyetlerini ve özellikle dinî yayıncılığı bu gözle bir süzgeçten geçirmemiz gerekiyor. Yeni nesillere nasıl bir iman aşıladığımızı, nasıl bir din anlayışı verdiğimizi bilmemiz gerekiyor. Aksi halde duygu dozu yüksek ama ilmi temelden yoksun bir anlayış, bizi modern dünyanın salvolarına karşı koruyamayacaktır
.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
HAKTAN
Moderatör
Moderatör
HAKTAN
Teşekkürleri : 39
Yaş : 47
Kayıt tarihi : 16/09/09
Nerden : isvec
Mesaj Sayısı : 2453
Tecrübe Puanı : 20444

Akıl ile Duygusallık Arasında Din Vide
MesajKonu: Geri: Akıl ile Duygusallık Arasında Din Akıl ile Duygusallık Arasında Din EmptyÇarş. Mayıs 19, 2010 4:18 pm

Tek başına akıl, insanı insan olmaktan çıkarttığı gibi, akıl ve ilimden yoksun bir duygu da insanı ancak zayıf ve eksik bir imana götürür. Bu yüzden akıl ile duygu, iman ile his, his ile akıl arasında bir denge vardır ve bu dengenin her daim muhafaza edilmesi gerekir...

Allah razı olsun
Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Akıl ile Duygusallık Arasında Din

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Menzil Forum :: Semerkand & Radyo & TV :: Semerkand Dergisi-
SİSTEM BİLGİLERİÖNEMLİ BİLGİLENDİRME
Powered by phpBB2 (subsilver)
Copyright ©2008 - 2011,
Content Relevant URLs by www.akmenzil.net
Kuruluş Tarihi : Paz 24 Ağus. 2008 - 18:30
akmenzil.net sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini onay almaksızın anında siteye yazabilmektedir.Bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcıya aittir.Sitemizde yasalara aykırı herhangi bir materyal bulursanızakmenzil@hotmail.com e-mail adresimize bildirirseniz,şikayetiniz incelendikten sonra en kısa sürede gereken yapılacaktır.
Yetkinforum.com | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Son tartışmalar