Menzil Forum
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaTerbiye Yolunun Temel Tabirleri Untitl13Terbiye Yolunun Temel Tabirleri Untitl14Latest imagesTerbiye Yolunun Temel Tabirleri Untitl15AramaGiriş yapKayıt Ol
Kütüphane bölümümüz güncellenmektedir.  "Kadın ve Erkek Eşitliği" konusu tamamlanmıştır.
Bağlantı sorunları nedeniyle Portal sayfası geçici olarak kaldırıldı....
"Program Arşivi" forumuna "Antivirüs Güvenlik" ve "Araçlar" kategorisi açılmıştır.
Son Konular
Konu
Tarih
Yazan
Hakkını vermediğimiz iş yüzümüzü ağartmaz
Evlilikler de Bunalıma Girer
Ahirete İnancımız Ölçüsünde Huzurumuz Olur
Ebedi Hayata Doğmak
ABDEST
TALAK (BOŞANMA)
Gül Sultanım (Yeni Video Klip)
Beş Esas
Meleklere İman
Can Feda Edilecek Dost
Paz Şub. 23, 2014 7:32 pm
Paz Şub. 23, 2014 7:27 pm
Paz Şub. 23, 2014 7:18 pm
Paz Şub. 23, 2014 3:07 pm
Ptsi Şub. 17, 2014 3:17 am
Ptsi Şub. 17, 2014 3:09 am
Ptsi Ocak 20, 2014 3:15 am
Cuma Ekim 11, 2013 4:33 am
Çarş. Ekim 09, 2013 2:50 am
Paz Ekim 06, 2013 3:15 pm











Paylaş|

Terbiye Yolunun Temel Tabirleri

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
YazarMesaj
HAKTAN
Moderatör
Moderatör
HAKTAN
Teşekkürleri : 39
Yaş : 47
Kayıt tarihi : 16/09/09
Nerden : isvec
Mesaj Sayısı : 2453
Tecrübe Puanı : 20474

Terbiye Yolunun Temel Tabirleri Vide
MesajKonu: Terbiye Yolunun Temel Tabirleri Terbiye Yolunun Temel Tabirleri EmptyPtsi Ara. 13, 2010 5:43 pm

Tasavvuf, Kur’an ve sünnet çerçevesinde terbiye veren kudsî, nuranî, insanî eğitimin genel adıdır. Hedefi, insan-ı kamil yetiştirmektir. (0)

Tasavvuf, insan terbiyesini hedefe alan ve insanı gündemde tutan bir sistemdir. Dünyada insan bulunduğu sürece, insan da güzel ahlakla mükellef olduğu müddetçe –ki bu, kulluğun bir gereğidir- tasavvuf var olacaktır.

Tasavvufun Kaynağı Kur’an ve Sünnettir.

Hedefi Allah rızası olan bir hareketin, ilahi ölçülere uyması şarttır. İlahi ölçüler, Kur’an ve Sünnet ile belirlenmiştir. Kur’an ve sünnetin ortaya koyduğu ölçülerin tamamına İslam denir.

Allahu Teala İslam’dan başka bir din, yol, felsefe ve hareketi kabul etmeyeceğini açıkça bildirmiştir.[1] Peygamber olarak gönderilen resulü Muhammed Mustafa (s.a.v) ise, dini hayatımızda kendisinin konumunu şöyle belirlemiştir:

“Kim, hakkında bizim (açık veya işaret yollu) emrimiz (ve müsaademiz) olmayan bir iş yaparsa o, (kişi ve işi Allah katında) reddedilir.”[2]

Bütün hak mezhepler ve meşrepler, asla bir din değildir. Ancak dinin tefsirinden ve yaşanmasından ibarettir. Hiçbirisi dini tahrif ve tahrip etmez. Aksine dine hizmet eder. Her iki ekol de İslam’ın sukut ettiği ve içtihat yapılmasına imkan verdiği konularda, din adına sözcülük yapmış, mühim vazifeler görmüştür.

Tasavvuf yeni bir din değildir, dini yeni bir anlayışla takdim şeklidir. Bu takdim her devre göre az-çok değişse bile, değişmeyen şey onun temel usulü ve hedefidir.

Tasavvuf terbiyesi, Allah ve Rasulünün (s.a.v) öğrettiği edep üzere kurulmuş manevi bir ahlak eğitim sistemidir. Bu sistemin hedefi, takva ve edeple Allahu Teala’nın rızasına ulaşmış olgun insan yetiştirmektir.

Tasavvuf terbiyesinin merkezinde olgun bir mümin (mürşidi kamil) bulunur. Bu kişiye mürşit denir. Mürşit insanları terbiye yetkisini halktan değil, Cenab-ı Hak’tan alır. İnsanları terbiye etme işi, ilim ve irfan ister. Gerçek anlamda terbiye görmeyen kişi, bir başkasını terbiye edemez.

Bu anlamda büyük mürşit, Ebu Hafs Haddad (k.s) tasavvufun ne olduğunu kısaca şöyle tarif etmiştir:

“Tasavvuf bütünüyle edepten ibarettir. İnsanın yaşadığı her anın, her halin ve her makamın kendine göre bir edebi vardır. Bu edebe her zaman riayet eden kimse, Allah dostu olur.

Edebi korumayan kimse, her ne kadar kendisini güzel bir halde zannetse bile, esasen onun Allah katında yeri ve bir değeri yoktur. Bu kimse kendisinin ilahî huzurda kabul gördüğünü düşünse de, aslında oradan çok uzaktadır.” [3]

Tasavvuf yolunun büyüklerinden Cüneyd-i Bağdadî Hazretlerinin şu sözü ne kadar anlamlıdır!..

“Biz tasavvufu ondan bundan nakil ve kuru laf ile elde etmedik. Ona Allah için açlık çekerek, dünyalık isteklere rağbeti terk ederek ve sevip alıştığımız şeylerden uzaklaşarak sahip olduk.”[4]

İnsanın terbiye edilip eğitildiği bu okula, samimiyetle girilir. Sabredip bu eğitime devam edenler Allah’ın izniyle hedefe ulaşır, ilahi dostluk diplomasını alır. Nihayet bu okuldan edeple mezun olur.

Tasavvuf güzel ahlaktan ibarettir. Güzel ahlak, Allahu Teala’nın edebi ile edeplenmektir. Bu, içi ve dışıyla Allah adamı olmak demektir. Bu güzelliği elde etmenin yolu, samimiyetle Allah’ın Sevgilisi Hz. Muhammed’e (s.a.v) uymaktır.

Ona uyan Yüce Allah’a dost olur. Allah’a dost olan kimse, dünya ve ahiretin şerefini bulur, ebediyyen kurtulur. Bu sonuç her insan için en büyük hedeftir. (1)

Tasavvuf, bir mürşidin etrafında Allah için Allah yolunda cemaat olmaktır. Tasavvuf, başında mürşidi, yanında mümin kardeşleri olduğu halde topluca Allah’a gitmektir. (7)

Cüneyd-i Bağdâdî (k.s.) Hz. Leri Tasavvufu şöyle tarif etmiştir:

Tasavvuf, on şeyi içerisine alan bir isimdir.

Birincisi, dünyâdan (lâzım olan) az bir miktârı edinmek.

İkincisi, kalbin Allahû Teâlâ’ya güvenip dayanması.

Üçüncüsü, Allahû Teâlâ’nın beğendiği şeylere rağbet.

Dördüncü, helâl lokma yemek.

Beşincisi, kalbin Allahû Teâlâ ile meşgul olması.

Altıncısı, Gizlide ve gizli Allahû Teâlâ’yı hatırlamak.

Yedincisi, İhlâs sahibi olmak.

Sekizincisi, şek ve şüpheden kât-i imâna sâhib olmak.

Dokuzuncusu, Allahû Teâlâ’ya tam teslimiyet

Onuncusu, ihtiyaçları başkasından istememek, şikayette bulunmamak.

İbn-i Hafîf (k.s.) Hz.leri: “Tasavvuf, Allahû Teâlâ’ya giden yolu bulmaktır.” Demiştir.

Şiblî (k.s.) Hz.leri: “Tasavvuf; tam olarak beş duyu organını günahlardan korumak, her nefes alış verişinde günah işlememeye dikkat etmektir.” Diye belirtmiştir.

Şirvânî es-Sagir (k.s.) Hz.leri: “Tasavvuf yolunda bulunmak; gönül, kalb hâlidir. Dil ile bâzı şeyleri söylemek kâfi değildir.” Demiştir.

Seyyid Şerif Cürcani (k.s.) Hz.leri tasavvufu: “Tasavvuf; şeriatın zahirini ve batınını, ahkâmını ve adabını bilip, onunla amel etmektir.“ Şeklinde tarif etmiştir.

Sehl b. Abdullah Et Tüsterî (k.s.) Hz.leri tasavvuf ehlinin esaslarını şöyle sıralamıştır:“Bizim (Tasavvuf ehlinin) esasları şu altı prensiptir: Allahû Teâlâ (c.c.)’ın kitabına sımsıkı sarılmak, Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in sünnetine asla muhalefet etmemek, helâl yemek, insanlara ezâ ve cefâ etmekten kaçınmak, günahlardan sakınmak, tevbe etmek ve insanların haklarına riayet etmektir.“

Kuşeyrî (k.s.) Hz.leri Tasavvufu:“ Tasavvuf yolunun temeli ve esası; şeriatın âdâb ve erkanına riayet etmekten, eli harama veya mübah olduğu şüpheli olana uzatmaktan, iç ve dış organları haram olan şeylerden korumaktan, Allahû Teâlâ ile nefes zamanlarını gaflet saymamaktan, genişlik ve rahat zamanı şöyle dursun, zaruret zamanlarında bile mübah olduğu şüpheli olan bir susam tanesini dahi helal saymamaktan ibarettir.“ Diye tarif etmiştir.

Ma’rûf el-Kerhî (k.s.) Hz.leri Tasavvuf hakkında:“ Tasavvuf, hakikatlere sarılmak ve mahlûkâtın elindekilerden yüz çevirmektir.“ Demiştir.

Ebû Hafs el-Haddâd (k.s.) Hz.leri tasavvuf hakkında: ”Tasavvuf, edebten ibârettir. Her bir vaktin edebi vardır. Her bir makâmın edebi vardır. Her bir hâlin edebi vardır. Vaktin âdâbına dikkat eden, kâmil insanların mertebesine ulaşır. Edebe dikkat etmeyen ise, kurbiyet mertebesinde olduğunu zannetse de uzak,makbûl olduğuna inansa da merdûddur.” Demiştir.

Amr b. Osman el Mekkî (r.a.) Hz.leri tasavvufu: “Tasavvuf, kulun her vaktinde, olabileceği en hayırlı işle meşgul olmasıdır.” Şeklinde tarif etmiştir.

Ebu’l-Kâsım el-Cüneyd (k.s.) Hz.leri:“Tasavvuf, kula verilen bir hâldir.“ Demiştir.

Ebû Muhammed el-Cerîrî (k.s.) Hz.leri: “Tasavvuf, ahlâktır.“ Şeklinde tarif etmiştir.

Câfer el-Huldî (r.a.) Hz.leri: “Tasavvuf, nefsi kulluğa zorlamak, beşeriyetten çıkararak külliyen Hakk’a yönelmektir.“ Demiştir.

Abdullah b. Muhammed Mürteiş (k.s.) Hz.leri: ”Tasavvuf güzel ahlâktır. Bu da üç kısımdır: Birincisi, Hakk ile beraber olmak yâni Allahû teâlâ’nın emirlerine uymak ve bu hususta gösterişten uzak durmaktır.

İkincisi, halk ile beraber olmak. Bu da büyüklere karşı saygı ve edeb, küçüklere karşı şefkat, emsallere ise insaflı ve âdil davranmakla olur.

Üçüncüsü nefse sâhib olmak. Bu ise nefsin boş isteklerine, hevâ, heves ve şeytana uymamakla olur. Kim bu üç hûsusu nefsinde doğru bir şekilde tatbik ederse güzel huylulardan olur.” Şeklinde açıklamıştır.

Abdülkâdir Sühreverdî (k.s.) Hz.leri: “Tasavvufun başı ilim, ortası amel, sonu mevhibe yâni Allahû Teâlâ’nın lutf ve ihsânı olan mânevî ilimdir. İlim, murâdı, maksadı açar. Amel, istemeye yardımcı olur. Mevhibe, amelin meyvesine ulaştırır.“ Demiştir. (2)

Tarikat, belirli bir meşrebe göre terbiye veren manevi yol demektir. (0)

Tarikat yol ve usul manasındadır. Tarikat bir din ve mezhep değil, dini anlama ve yaşama şeklidir. İnsanı terbiye için kurulmuştur. Tarikatlar terbiye için tercih ettikleri usullere ve zikirlere göre farklı adlarla anılmışlardır. Tasavvufun kaynağı, doğunun felsefesi, batının batıl dinleri değil, Kur’an ve sünnettir. (3)

Abdurrahmân-î Tâğî (k.s) hz.leri tarikat hakkında şöyle buyurmuştur:

Tarikata intisabdan gaye ve maksat kemâlat elde etmektir. Tarikat, şeriattan başka bir şey değildir. Şeriata uyan her mesele tarikattandır. Şeriatsız tarikat olmaz. Şeriatsız ulaşırım diyen herkes zındıktır. Bana göre avam için gerekli olan tarikat; Fatiha suresini okumak, icmalî bir şekilde doğru bir inanca sahip olmak, ipekli elbise giymeye ve başa ipekli mendil bağlamaya tevbe etmek, yabancı kadınlarla başbaşa kalmamak.hatta bu kadınlara bakmaya son vermektir. Yabancı kadınlara bakmakta nisbet olduğunu iddia eden kimse yalancıdır. (4)

Şah-ı Nakşbend (k.s.) Hzleri tarikat için: “Tarikat edebden ibarettir. Şeriata aykırı olan herhangi bir tarikat zındıklıktır.” demiştir.

Bediuzzaman Said Nursî (k.s.) Hz.leri tarikatı şöyle terif etmiştir: “Tarikatın gaye-i maksadı, ma’rifet (Allah’ı tanıma) ve inkişâf-ı hakaik-i (iman hakikatlarının netleşmesi) olarak, Mi’râc-ı Ahmedî’nin (A.S.M.) (Hz. Peygamberin Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna rûhen, cismen, hâlen çıkması) gölgesinde ve sâyesi atında kalb ayağıyla bir seyr ü sülûku rûhânî neticesinde, zevkî, hâlî ve bir derece şuhudî (görülebilen) hakaik-i imaniyye ve Kur’aniyyeye (iman ve Kur’ân hakikatlerine) mazhariyet; “tarikat” namıyla ulvî bir sırr-ı insanî ve bir kemâl-i beşeridir.“ (2)

Mürşit, Hz. Resûlullah’ın (s.a.v) halifesi ve varisi sıfatıyla, peygamberî metod üzere, nur ve basiretle Allah yolunda rehberlik yapan kamil insandır. Tenbiye verme işinde ehliyetlidir, arif ve alimdir. Her mümin için örnek ve hedef insandır. İşinde, ülül emirdir. Mevlasına aşık, etrafına ışık, mukarrabun makamında has bir dosttur. Kainatın gönlüdür. (0)

Kâmil mürşid, yeryüzünde Allah’ın şahididir; insanların haline şahitlik yapar. Hidayet yolunun rehberidir, kendisine tabi olanları hak üzere terbiye eder, kalpleri dünyadan çözüp Allah’a bağlar. Onların iyiliğine sevinir, kusurlarına üzülür. Sevgisi ve kızması Allah içindir. Gülmesi ve ağlaması Allah içindir.

Kâmil veli, iman, ihlas, takva ve edeb yolunun imamıdır. Kim onları ölene kadar bu yolda kılavuz yaparsa, onlar da o kişinin imanına şahitlik yaparlar. Allahu Tealâ bu şahitliği kabul eder. Bir ömür süren bu dostluk ölümle bitmez, ölümden sonra daha tatlı, daha menfaatli olur. Allah için yapılan dostluğun asıl faydası ölümden sonra ortaya çıkar.(5)

Mürşid-i kâmil manevi doktordur. Müridleri ise tedaviye muhtaç olan kişilerdir. Tıp doktorlarının verdiği ilaçlar gibi, mürşidler tablet vermiyorlar. Onların terbiyesi zaman içinde anlaşılıyor. (8)

Dâvud-i İskenderî (k.s.) mürşidin önemini şöyle açıklar: “Dünyaya gelip, kâmil bir mürşidin mânevî terbiyesi ile yetişmeden ölen bir kimse, kirli, pis olarak ölür. İsterse, insanların ve cinlerin sayısı kadar ibâdet yapmış olsun.“

Muhammed Tevfîk Bosnevî (k.s.) Hz.leri:“Mürşid-i Kâmil, insanları Allahû Teâlâ’ya ulaştıran ve ilimde yüksek mertebelere yükselten kişidir. Ayın parlaması güneşten kaynaklanır. Gerçek ay, kalb ve rûhumuzdur. Güneş ise mürşid-i kâmilin kalbidir. Dünyâya çok rağbet ettiğimizden kalbimiz karardı. Mürşid-i kâmili göremez olduk. Onlar bu âlemde her zaman vardır.“ Demiştir.

Dâvud-ı İskenderî (k.s.) mürşidi şöyle tarif eder:“Mürşid, yol gösterici, rehber, sana ilâcı, tedavi olma yolunu gösteren değil, tedâvî eden, mânevî olarak terbiye edip, yetiştiren zâttır. Böyle olmayana mürşid denmez.“

Muhyiddin-i Arabî (k.s.) Hz.leri bir mürşide tabi olma hakkında şöyle buyurmuştur:”Ey nefsinin kurtuluşunu isteyen kimse! Herşeyden önce sana lazım olan, sana kendi ayıp ve kusurlarını gösterecek, seni nefsine itaattan kurtaracak bir üstâd bir hoca bul.”(2)

Mürid, manen temizlenip terbiye olmak için Allah yolunda, iradesiyle ve gönlüyle kamil insana tabi olan kimsedir. (0)

Müritler üç kısma ayrılır:

Bir mürid var ki Allah’ı nefsi için diler. Bunun belirtisi, o kişinin ümit ve korkuya göre hareket etmesidir. Bir mürid var ki yalnız Allah’ı arzu eder. Bunun belirtisi de o kimsenin karşılık beklemeden amel etmesi, sırf emri yerine getirmekle sevinmesidir. Bir mürid de var ki hiçbir şey dilemez, kendisi için Allah tarafından ne dilenmiş ise onu ister. Nefsine ne bir makam, ne bir hal, ne de bir yer verir. İşte bu, müridlerin en üstünüdür. Bu irade, ancak peygamberlerin ve büyük velilerin iradesidir. (9)

Bayazıd-ı Bestamî (k.s.) Hz.leri sofiyi şöyle tarif etmiştir:“Sufî, sağında Allahû Teâlâ (c.c.)’ın kitabı, solunda Resûli Ekrem (s.a.v.)’in sünneti, bir gözüyle cennete, diğer gözüyle cehenneme bakan ve bunların arasından Mevlâsına lebbeyk!… Allahümme Lebbeyk” diyerek telbiyede bulunan koşan kimsedir.“ (2)

Ebû Osman da şöyle demiştir :”Mürid; kalbinde Allah Teâlâ’dan başka hiçbir şeyin bulunmadığı, sadece Allah’ı seven, dâima O’na yakın olmayı arzulayan, Rabbine kavuşma arzusunun şiddetinden kalbindeki bütün dünyevî arzu ve isteklerin silinip gittiği kimsedir. (10)

Faris bin İsâ Bağdâdî (k.s.) Hz.leri müridi şöyle tarif eder:”Mürid, maksadı Allahû Teâlâ olan ve O’na kavuşmayınca hiçbir şeye meyletmeyen kimsedir.” (2)

Tövbe, haramlara veda, farzları eda ederek içi ve dışıyla Allah’a dönmek, bütün hallerinde O’nun razı olduğu halde olmaktır. Her mümine farzdır. (0)

Tövbenin aslı, günahtan itaate, kulu yüce Allah’tan uzaklaştıran yoldan, O’na yaklaştıran yola dönmektir.

Tövbe üç şeyle tamam olur: İlim, hal, amel. Bütün makamlar da bu üç şeyle tamam olur.

İlim işin temelidir. İlmin Allahu Teâlâ’ya iman etmenin temel bir rüknüdür.

Hal, manevî vecdlerin ortaya çıkma sebebidir.

Amel ise, manevî vecdlerin etkisiyle kalpte ve âzalarlâ ortaya çıkan şeydir.

Tövbeden önce iki şeyi bilmek farzdır:

1- Terkedilen günahın günah olduğunu bilmek.

2- Kulun tövbesinde tek başına olmadığını bilmek; çünkü tövbe duygusunu onun içinde yaratan ve sebeplerini önüne getiren yüce Allah’tır. Bu, yüce Allah’a imanın bir parçasıdır. O, Allahu Teâlâ’nın kudret sıfatıyla ilgilidir. İkincisi de Allah’a imanın bir parçasıdır; o da Allah’ın verdiği haberlerden öğrendiğimiz bir durumdur.

Tövbede dört temel unsur vardır. Bunlar ilim, pişmanlık, bir daha yapmamaya kesin karar ve günah işlemeyi terk.

Tövbede farz olan pişmanlık; kulu günahı terketmeye sevkeden pişmanlıktır.

Tövbe ile irtibatı olan bir kelime de firardır. Buradaki firar, günahtan taate kaçmaktır. Bu, farz olan bir firardır. Kulun, kendini oyalayan meşguliyetlerden yüce Allah’a dönmesi, iyiden daha iyiye yönelmesi de bir çeşit tövbe ve dönüştür. Âhiretteki ebedî saadet, bu tövbe ve dönüşe bağlıdır. Bu, kamil bir iman üzerine yapılacak farz bir dönüştür.

Buna göre, tövbe mertebelerinin ve basamaklarının bir bitiş noktası yoktur. Bu işe inabe (Allah’a yönelme) denir. İnabenin aslı, kuldan hiçbir günah meydana gelmese bile; sürekli Allahu Teâlâ’ya yönelmesidir.

Boyun eğmeye gelince o, hakka kolayca baş eğip itaat etmektir.

Bil ki, gerçek tövbe, hiçbir günah bırakmadan bütün günahlardan temizlenmektir. (11)

Tevbe, harap olanı onarmak, isyanları ise harap etmektir.

Tevbe, nefsin duygularını giderip ilme uymaktır.

Tevbe, kulun eğrilikten doğruluğa dönmesidir.

Tevbe, zayi edilen geçmiş vakitlere sürekli pişmanlık duymak, işlenen aykırı davranışları düzeltmektir.

Tevbe, her kötülükten dönmek, dönüşünde sebat etmek, ihmalini telafiye çalışmak, bozduklarını

düzeltmektir. (6)

İnabe ve intisap,
Allah’a yaptığı tövbesini korumak, kötü sıfatlarını temizleyip yerine güzel ahlakı kazanmak için, bir kamil insana talebe olmak, onu kendisine mürşit seçmek, kendisiyle Allah için sözleşmektir. Buna biat da denir. Mürşitle yapılan biat, aslında Allah ile yapılan biate dahildir. (bk. Fetih 10)(0)

Mürşidle birlikte yapılan tövbede iki önemli iş olmaktadır: Birisi, günahlardan tövbe, diğeri de tövbeyi korumak için mürşide intisap,

Bir mümin, tek başına da tövbe yapabilir; fakat tek başına tövbesini korumak ve manevi terbiyesini gerçekleştirmek oldukça zordur. Hatta bugünün insanı için imkansızdır.

İşte Allah’ın dostu ile Allah yolunda yürümek için yapılan bu manevi sözleşmeye intisap,inabe, el alma, manevi terbiyeye girme denir. İntisap, irade işidir. Bu bağlanmada müridin irade, niyet ve kararı lazımdır. İradesiz intisap olmaz. İntisap için mürşidin istemesi yetmez, bu iş tek taraflı olmaz. Kulun kendisi istemelidir ki iş başlasın. Bu bir manevi anlaşmadır. Bu anlaşma Allah’a güzel kulluk etmek için yapılır. Gayesi Allah rızasını elde etmektir. Mürşid bu güzel yolda vasıtadır, rehberdir, örnektir, yardımcıdır, duacıdır, şahittir. (3)

İnabe, Nefsin, zahirde tevbe ile düzelmeye döndüğü gibi, sırrın da (iç alemin, gönlün) salaha dönmesidir.

İnabe, tüm varlıklardan, varlıkların sahibine dönmektir. İnabe, sırrı ağyara (Hakk’ın dışındakilere) yönelmekten temizlemektir.

İnabe, kulun Hakk’ın iradesi uyarınca Hak ile olmasıdır.

İnabe, fani üzerinde durmayıp Allah’a şevk ile yönelmektir. (6)

Seyru sülük:
Bir mürşit nezaretinde kalp ayağı ile Allah’a gitmektir. Kur’an’da anlatılan mücahede ile (Ankebut 69), elde edilen manevi terakki, tezkiye ve Allah’a vuslatın adıdır. Her mümin buna davet edilmiştir. (0)

Tasavvufta manevî terbiyeye “seyrü sülük” denir.

Seyir, “Hak yolunda gitmek”, sülük de, “bu işi bir mürşit terbiyesinden gerçekleştirmektir.” Kısaca seyrü sülük, bir mürşid-i kâmilin rehberliğinde Allah’a gitmektir. Bu, kalp temizliği ve nefis terbiyesi ile gerçekleşen manevî bir yolculuktur, ruhî bir mi’racdır.

Arifler manevî yolculukla “Seyir ilallâh”ı kast ederler. Bu seyirde, hedef yüce Allah’tır. Çünkü asıl yolculuk ve saadet budur. Huzur, Cenâb-ı Hak ile tanışmak ve buluşmaktır.

Nakşî büyüklerinden Hâce Ubeydullah Ahrâr (k.s) der ki:

“İki çeşit mi’rac vardır. Biri manevî, diğeri ise şeklîdir.

Manevî mi’rac da iki türlüdür. İlki kötü sıfatlardan güzel sıfatlara geçmektir. İkincisi mâsivâyı (Allah’tan gayri bütün varlıkları kalben) terkedip Hakk’a yönelmektir.”[5]

Yüce Allah’a gitmek, ayakla değil güzel ahlâkla olur. O’na yaklaşmak kalıpla değil kalple gerçekleşir. Bu yolda aşılacak şey, dağ tepe gibi engebeler değil, nefsin engelleridir.

Uzakta olan yüce Allah değil, kuldur. Allah’a yaklaşmak için nefsini aşmak, kötü ahlâklardan uzaklaşmak, zulmet perdelerini geçmek gerekiyor.

Allah’a giden yolun rehberi mürşid-i kâmildir. Azığı takvadır. Bineği himmettir. Yol arkadaşı mümin kardeşlerdir. Silahı dua ve zikirdir. Düşmanı nefis ve şeytandır. Süresi, son nefese kadardır. Sonu -Allah’ın rahmetiyle- cennet ve cemâlullahtır. (7)

Vird: Günlük zikir dersidir. Her müminden istenmektedir. (0)

Vird, düzenli bir şekilde günlük olarak yapılan ders ve zikir demektir. Nakşibendilikte bu ders ve zikirler, gizli usulle yapılır. Bu yolda vird olarak uygulanan üç çeşit zikir vardır. Birincisi kalp zikri, ikincisi letâif zikri, üçüncüsü de nefyu isbat zikridir.

Zikir, kalbi Yüce Allah’a bağlayan en kısa, en kolay bir yoldur. Zikrin en büyük fazileti, zikreden kulu, Yüce Allah’ın özel olarak huzurunda zikretmesidir. Alemlerin Rabbi Yüce Mevla’mızın:

“Siz beni zikredin; ben de sizi zikredeyim.“[6] Müjdesi, zikrin faziletini anlatmaya yeter de atar bile. Şu kudsi hadis de, zikir ehline özel müjde vermektedir:

“Kulum beni zikrettiğinde, ben onunla beraberim. Kulum beni gizlice içinden zikrederse, ben de onu özel olarak zatımla zikrederim. O beni bir topluluk içinde zikrederse, ben de onu daha hayırlı bir topluluk içinde ( meleklerimin arasında ) zikrederim.“[7]

Şu ayet gerçek akıl sahiplerini bize tanıtmaktadır:

“O gerçek akıl sahipleri,ayakta (yürürken) otururken ve yanları üzere yatarken (bütün hâl ve zamanlarında) Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler.”[8]

Büyük müfessir Fahruddin Razî (rah): “Bir kalp ancak Yüce Allah’ın muhabbeti ile dirilir, sevgisiyle hayat bulur, zikriyle huzura erer, diyor ve ekliyor: Bir kul ancak diliyle zikir, azalarıyla şükür, kalbiyle fikir içinde kaybolup bütün varlığı ile devamlı Allah’a kulluk yaptığında gerçek insan olur.” [9]

Diğer bir ayette Yüce Allah, kendisi ile her an beraber olanların hâlini şöyle belirtir:

“Onlar öyle erlerdir ki, herhangi bir ticaret ve alışveriş kendilerini Allah’ı zikretmekten, namazı kılmaktan ve zekatı vermekten alıkoymaz. Onlar, yüreklerin ve gözlerin dehşetten ters döneceği ahiret gününden korkarlar.“[10]

Allame Âlusî (rah.) bu ayetin tefsirinde der ki: “İslam Ümmeti içinde bir çok ehl-i tarik ve özellikle Nakşibendî büyükleri, ayette anlatılan daimî zikir hâline ulaşmışlar ve bu zikre ulaşmayı en büyük gaye edinmişlerdir. Zikir onların kalbinde iyice yerleşmiştir. Öyle ki hiçbir halde Yüce Allah’ı zikirden gafil olmazlar.”[11]

İşte Allah dostları, bizlere bu zikir çeşidini yaptırarak, bizleri bu müjdelere ulaştırmak istemektedir.

Hz. Resûlullah (s.a.v) Efendimiz:

“Zikrin en hayırlısı, gizli zikirdir,”[12] buyurmuşlardır.

Arifler zikri, veliliğin diploması olarak tarif etmişlerdir. Zikirsiz, kalb uyanmaz, Allah dostu olunmaz.

Gavs-ı Sânî Seyyid Abdulbaki (k.s) Hz.leri, bir sohbetlerinde zikir hakkında şöyle buyurdular:

“Zikir kalbin gıdasıdır; gıdasını almayan kalp zayıflar, sonra ölür. Kalp ancak zikir ile beslenir, kuvvetlenir, tatlanır, manen hayat bulur. Haramlar ve işlenen günahlar ise, şeytanın gıdasıdır. İşlenen günahlar, insanın kalbini zayıflatır; onun düşmanı olan nefsi ve şeytanı kuvvetlendirir. Bu nedenle, insanın içinde kalp, nefis ve şeytan devamlı mücadele hâlindedir. Rabbü’l-Alemin:

“Dikkat edin,uyanık olun;kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzur bulur,” [13] buyurmuştur.” (3)

Hizmet: Allah yolunda, Allah’ın kulları için yapılan bütün hayır, iyilik ve ihsan çeşitlerinin ortak adıdır. (0)

Allah rızası için bir hizmetin içinde bulunmak kadar kazançlı bir iş yoktur. Resûlullah (s.a.v) Efendimiz hizmet ehlini şöyle övmektedir:

“Bir topluluk içinde en büyük sevabı onlara hizmet eden alır.” [14]

“İnsanların en hayırlısı, diğer insanlara en faydalı olandır.”[15]

”Sadakaların en faziletlisi, Allah yolunda hizmet etmektir.” [16]

Kardeşlere yapılan hizmet, nafile ibadetten daha üstündür. Bu konuda şu hadisleri hatırlatmamız yeterlidir:

Resûlullah (s.a.v) Efendimiz bir müminin ihtiyacı için koşmanın faziletini ve şerefini şöyle belirtiyor:

“Bir mümin kardeşimin ihtiyacını görmek için yürümem bana, şu mescidde (Mescid-i Nebide) oturup bir ay itikafa girmekten daha sevimlidir.” [17]

Hizmetin en büyük kerameti insanı Allahu Teala’nın sevgi ve yardımına mazhar etmesidir. Efendimiz (s.a.v) buyuruyor ki:

“Bir kul, din kardeşinin yardımında bulunduğu sürece, Allah da onun yardımında olur.”[18]

Ashabtan Abdullah İbnu Abbas (r.a), Hz. Peygamber’in (s.a.v) mescidinde itikafa girmişti. Yanına bir adam geldi, selam verdi ve oturdu. İbnu Abbas (r.a) adamın yüzüne baktı, onu biraz kederli gördü:

-Ey falancı! Seni kederli ve üzüntülü görüyorum, bir sıkıntın mı var? Diye sordu. Adam:

-Evet, ey Allah Rasülünün amcasının oğlu. Falancının üzerimde velâ hakkı var, para karşılığında beni hürriyetime kavuşturdu. Fakat şu kabirde yatan Peygamber hakkı için söylüyorum, üstlendiğim borcu ödeyecek gücüm yok” dedi. İbnu Abbas (r.a):

-Ona senin hakkında konuşsam olur mu? Diye sordu. Adam:

-İstersen bir konuş” dedi. İbnu Abbas (r.a) hemen ayakkabılarını giydi, mescitten çıktı. Adam:

-İtikafta olduğunuzu unuttunuz herhalde!” diye hatırlatmada bulundu. İbnu Abbas (r.a):

-Hayır unutmadım. Fakat ben şu kabirde yatan Hz. Peygamber’i (s.a.v) işittim. O aramızdan ayrılalı çok geçmedi. Bu arada İbnu Abbas’ın gözlerinden yaşlar boşandı. Sözüne devam etti: Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Kim bir din kardeşinin ihtiyacını gidermek için yürür ve sıkıntısını giderirse, bu yaptığı onun için on senelik itikaftan daha hayırlıdır. Halbuki, kim Allahu Teala’nın rızası için bir gün itikafa girse Allahu Teala onunla cehennem ateşi arasında üç hendek koyar. Her bir hendeğin arası doğu ile batı arası kadar uzaktır.” [19]

Ashabın büyüklerinden Muaz b. Cebel (r.a) demiştir ki: Allah yolunda cihada giden arkadaşlarımın eşyalarını hazırlamam, yüklerini düzeltmem ve bineklerini çekip çevirmem bana on nafile hacdan daha sevimlidir.” [20]

Ebu Kilabe el-Basri (rah.), şu hadiseyi anlatmıştır:

“Resûlullah (s.a.v), yolculuk yaparken ashabını gruplara ayırıyordu. Bir defasında grubun birisi Efendimiz’in (s.a.v) huzuruna gelerek gruptaki bir şahsı şöyle övmeye başladılar:

“Ey Allah’ın Resûlü! Biz bunun gibisini görmedik. Bir yere indiğimizde hemen namaza koşar; durmadan namaz kılar. Hareket edince tek işi Kur’an okumaktır. Bir de devamlı oruç tutuyor.” dediler. Resûlullah (s.a.v):

“Ona bunları yapma imkanını kim veriyor. O bunları yaparken ihtiyaçlarını kim görüyor?” diye sordu. Arkadaşları:

“Bizler!” diye cevap verdiler. Resûlullah (s.a.v), aynı soruyu bir kere daha sordu. Onlar tekrar:

“Bizler!” diye cevap verince, Efendimiz (s.a.v):

“Bu durumda sizin hepiniz ondan daha hayırlısınız buyurdu.” [21]

Hace Ubeydullah Ahrar (k.s) hizmetin ibadetler içindeki sevap ve yerini şöyle belirtir:

“Hâcegân yolunda (Nakşibendî terbiye sisteminde) içinde bulunulan vaktin icabı neyse ona göre davranılır. Şahsi zikir ve murakabe, ancak Müslümanlara hizmet edecek bir durum olmadığı zaman yapılır. Gönül almaya vesile olacak bir hizmet, zikir ve murakabeden önce gelir. Bazıları nafile ibadetlerle uğraşmanın hizmetten üstün olduğunu zannederler. Halbuki gönül feyzini temin eden şey Allah için başkalarına hizmet etmektir.” [22]

Ölçü şudur: Hak yolcusu farzların dışında hangi iş ve ibadeti yapacağını kendisi belirlemez. Tercihi mürşidine bırakır. Mürşid ona hangi işi ve nafile ibadeti gerekli görüyorsa onu emreder. İnsan için en hayırlısı ve emniyetlisi odur. Hizmet eden zikir çekmez denemez. Zikir, duruma göre değişik şekillerde yapılabilir. Fakat şunu unutmamak gerekir: Zikir hiç ara verilmeyecek bir ibadettir. Bütün ibadetlerin hedefi devamlı zikir hâlini muhafaza etmektir. Kalbin Yüce Allah ile irtibatını ve uyanıklığını artırmayan bütün hizmetlere şeytan karışmış olabilir. Bu durumda hizmet ehli, niyet ve vaziyetini bir daha kontrol etmelidir. Hizmetteki hedef, hem nefsimize hem de mümin kardeşlerimize fayda vermektir. Asıl fayda, Yüce Allah’a yakınlık sağlayıp dost olmaktır.(3)

Terbiyenin hedefi, yüce Rahman’a, ilim, ihlas ve basiret üzere edeple kulluk yapmak, Mevla’ya dost, aleme rahmet olmakdır. Fena fillah beka billah denen makamların gayesi, rıza makamına ulaşmaktır. Rıza makamı da ihlasla kulluk yapmak içindir. (bk. Mektubat-ı Rabbani, ilgili mektuplar) (0)

İmam Rabbânî (k.s) (1034/1625), bir mürşid terbiyesine girmenin hedefini kısaca şöyle belirtmiştir:

“Bir mürşid terbiyesine girmekten maksat; hakiki imana ulaşıp, ilâhî emir ve hükümleri muhabbetle uygulamaktır.“[23]

“Fenâ ve bekâ hallerinin elde edilmesinden asıl gâye “yakîn” hâlinin hâsıl olmasıdır. Bundan başka bir şey düşünmek (Mesela, Allah’ın kendisine hulûl edip bedenine girdiğini yahut kendisinin Allah’ın zatında kaybolduğunu, veyâ ibadetlerin kendisinden düştüğü bir makama ulaştığını söylemek) dinden çıkmaktır.“[24]

“Asıl maksat, aşk ve muhabbet değil, kulluktur. Aşk, cezbe ve muhabbet güzel kulluk içindir. Velayet mertebelerinin en sonu kulluk makamıdır. Ondan daha üstün bir makâm yoktur.“ [25]

“Tarikat ve hakikat menzillerini aşıp geçmekten maksat, rızâ makâmı için gerekli olan ihlasın elde edilmesidir, başka şey değildir!“[26]

Büyük veli Ebû Talib el-Mekkî (k.s) demiştir ki:

“Kalbinde Allah’tan başka bir muradın kalmaması için cehd ve gayret et. Bu murat sende gerçekleşince işin tamamdır. İsterse kerâmet ve harikalardan, manevî hâl ve tecellilerden sana bir şey verilmesin.“[27]

Tasavvuf, bütün benliği ile Allah yoluna bağlanmaktır. Bu yol, sünnet-i seniyyeye uymaktan başka bir şey değildir. Her şeyi ile dinin hizmetçisidir; dinin geçek yönünün anlaşılmasına ve gerçek hâliyle yaşanmasına hizmet eder. Bütün zevkler, vecdler, keşifler, kerametler, hâller, sadece dinin anlaşılmasına destek ve güzelce yaşanmasına birer delil yapılmalıdır. Bu yolda böyle şeyler istenmez, beklenmez, düşünülmez. Ancak bir hikmet gereği verilirse, edeplice alınmalı, mahcup olarak tevazu ile kabul edilmelidir. Bu şeyler övünmeye değil, şükre sebep yapılmalı; nefsin keyfine değil, dinin inkişaf ve hizmetine vesile edilmelidir.

İstikameti ve tek hedefi Allah rızası olan kimsenin, sünnet üzere güzel kulluk ve hizmet etmekten başka bir arayışı varsa, aldanmıştır. Niyetini kontrol edip gidişatını düzeltmezse, sonuç Allah’a değil, ateşe gider.

Allah rızasını elde etmek için, bir farzı yapmak, binlerce sünnet ve nafileden önde gelir. Amelde önem sırasını karıştırmak, haram ve farzları hafife alıp, nafile hükmündeki işlere dalmak, şeytanın bir hilesidir.

İstikamet, niyet ve amelde Yüce Allah’ın çizdiği yolda gitmektir. Yoksa, bütün sevgiler, beklentiler ve işler azap sebebi olur. Bu tehlikeden kurtulmanın en emniyetli yolu, her işinde Kur’an ve sünneti rehber etmek, onu rehber edenlerin izinden gitmektir. Dinimiz, bize her işte dengeyi öğretmiştir. Yeter ki, bu ölçüleri öğrenelim.

Yüce Allah’tan gayri her şey, Allah için sevilirse güzeldir. Bir peygamber veya veli, ancak Allah için sevilir. Yüce Allah, amelde olduğu gibi, niyet ve sevgide de istikamet üzere olmamızı emrediyor. En büyük keramet, bu istikamet üzere dünya hayatını yaşamak ve tamamlamaktır.

İstikametin sonu, Allah rızası ve cennettir. Bundan öte bir devlet ve saadet yoktur.

Duamız şudur:

Ey Rabbimiz! Bizleri hak yoluna ulaştırdıktan sonra, istikametten ayırma. Kalplerimizi rızandan kaydırma. Bize tarafından bir rahmet ihsan et, kalbimizi dininde sabit tut. Sen çok acıyan ve çok ihsan edensin.

Allahım senden sevgini, sevdiklerinin sevgisini ve bizi senin sevgine ulaştıracak amellerin sevgisini istiyoruz.

Hamd olsun alemlerin Rabbi Yüce Allah’a. (3)

(0) Sohbet ana başlıkları

(1) Kaynaklarıyla Tasavvuf – Dilaver Selvi

(2) Allah Dostlarından Yaşayan Sözler – Muzaffer Taşyürek

(3) Arifler Yolunun Edepleri – S.M.Saki Erol (k.s.a)

(4) İşaretler – Şeyh Abdurrahman-i Taği (k.s.a)

(5) MÜRŞİD İMANA NASIL KEFİL OLUR – Dr. Dilaver Selvi – Kasım 2000 – Semerkand Dergisi

(6) Sülemî nin Risaleleri – Ali KAYA – Aralık 2009

(7) Kulun Yolculuğu – Dilaver Selvi

(8) Yar il Şimdi – Dr.Ahmet Çağıl

(9) Sülemî nin Risaleleri – Ali KAYA – Kasım 2009

(10) Avaifül Mearif_ Sühreverdi (k.s.a)

(11) Hak Yolunun Esasları – İmam-ı Gazali (k.s.a)


[1] Bkz: Âl-i İmran suresi, ayet-85.

[2] Buhari, İ’tisam, 20; Müslim, Ekdıyye, 17; Ebu Davud, Sünnet, 5; İbnu Mace Mukaddime, 2.

[3] Hucviri, Keşfu’l-Mahcub, 51; Sühreverdi, Avarif, 54.

[4] Münâvî, el-Kevâkibü’d-Dürriyye, I, 378; Sühreverdî, Gerçek Tasavvuf, 62

[5] Şeyh Safî, Reşehât, s. 521 (istanbul: Semerkand,2005)

[6] Bakara suresi ayet-152

[7] Buhari, Tevhid, 15; Müslim, Zikir, 21; Tirmizi, Deavat, 131; İbnu Mace, Edeb,53

[8] Al-i İmran suresi ayet-161

[9] Razî, Mefatihu’l-Ğayb, IX, 110

[10] Nur suresi ayet-37

[11] Âlusî, Rûhu’l-Meanî, Cild: IX, Cüz: XVIII, 378

[12] Ahmed, Müsned, I, 172; Ebu Ya’la, Müsned, II, 82; İbnu Hıbban, Sahih, No: 809

[13] Ra’d suresi ayet-28

[14] Said b. Mansur, Sünen, No: 2406; İbnu’n-Nahhas, Meşariul-Eşvak, I, 314

[15] Ebu Davud, Edeb, 57; Tirmizi , Birr, 16; Ahmed, Müsned, II, 301; Hakim, Müstedrek, IV, 248

[16] Hakim, Müstedrek, II, 91

[17] Tabarani, el-Kebir, 13646; İbnu Ebi’d-Dünya Kazau’l-Hace, No:36

[18] Ebu Davud, Edeb, 60; Tirmizi, Hudud, 3; Birr, 19

[19] İman,No:3960;Tabarani,el-Evsat,No:7322;Münziri,et-Terğıb,II, 272

[20] Ebu Davud, Edeb, 60; Tirmizi, Hudud, 3; Birr, 19

[21] İbnu’n-Nahhas, Meşariul-Eşvak, I, 315; İbnu Mubarek, Kitabu’l-Cihad, II, 180

[22] Safi, Raşahat, 264

[23] İmam Rabbâni,Mektubât,I,207. Mektup

[24] İmam Rabbâni,Mektubât,I,97. Mektup

[25] İmam Rabbâni, Mektubât,I, 30. Mektup

[26] İmam Rabbâni, Mektubât,I, 36. Mektup

[27] Mevlânâ Sâfî, Reşâhat, 287
Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Terbiye Yolunun Temel Tabirleri

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Menzil Forum :: İslami İlimler :: Tasavvuf-
SİSTEM BİLGİLERİÖNEMLİ BİLGİLENDİRME
Powered by phpBB2 (subsilver)
Copyright ©2008 - 2011,
Content Relevant URLs by www.akmenzil.net
Kuruluş Tarihi : Paz 24 Ağus. 2008 - 18:30
akmenzil.net sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini onay almaksızın anında siteye yazabilmektedir.Bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcıya aittir.Sitemizde yasalara aykırı herhangi bir materyal bulursanızakmenzil@hotmail.com e-mail adresimize bildirirseniz,şikayetiniz incelendikten sonra en kısa sürede gereken yapılacaktır.
Yeni bir forum kurmak | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Son tartışmalar