Menzil Forum
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaZekâ Ahmaklığa Engel Olur mu? Untitl13Zekâ Ahmaklığa Engel Olur mu? Untitl14Latest imagesZekâ Ahmaklığa Engel Olur mu? Untitl15AramaGiriş yapKayıt Ol
Kütüphane bölümümüz güncellenmektedir.  "Kadın ve Erkek Eşitliği" konusu tamamlanmıştır.
Bağlantı sorunları nedeniyle Portal sayfası geçici olarak kaldırıldı....
"Program Arşivi" forumuna "Antivirüs Güvenlik" ve "Araçlar" kategorisi açılmıştır.
Son Konular
Konu
Tarih
Yazan
Hakkını vermediğimiz iş yüzümüzü ağartmaz
Evlilikler de Bunalıma Girer
Ahirete İnancımız Ölçüsünde Huzurumuz Olur
Ebedi Hayata Doğmak
ABDEST
TALAK (BOŞANMA)
Gül Sultanım (Yeni Video Klip)
Beş Esas
Meleklere İman
Can Feda Edilecek Dost
Paz Şub. 23, 2014 7:32 pm
Paz Şub. 23, 2014 7:27 pm
Paz Şub. 23, 2014 7:18 pm
Paz Şub. 23, 2014 3:07 pm
Ptsi Şub. 17, 2014 3:17 am
Ptsi Şub. 17, 2014 3:09 am
Ptsi Ocak 20, 2014 3:15 am
Cuma Ekim 11, 2013 4:33 am
Çarş. Ekim 09, 2013 2:50 am
Paz Ekim 06, 2013 3:15 pm











Paylaş|

Zekâ Ahmaklığa Engel Olur mu?

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
YazarMesaj
Misafir
Misafir
Anonymous

Zekâ Ahmaklığa Engel Olur mu? Vide
MesajKonu: Zekâ Ahmaklığa Engel Olur mu? Zekâ Ahmaklığa Engel Olur mu? EmptySalı Tem. 20, 2010 4:55 pm


Zekâ Ahmaklığa Engel Olur mu? 50050f81d1b703cc31

Zekâ Ahmaklığa Engel Olur mu?

Ali YURTGEZEN • 138. Sayı



İlerilik-gerilik kavramlarını kendi ölçülerimizle tarif edemediğimiz gibi, zekâ eseri buluşların ne kadar “akıllıca” olduğunu da sorgulamıyoruz. Cep telefonlarının, bilgisayarların en zor, en karmaşık fonksiyonlarını kullanabilen çocuklarımızın ahlâkı, edebi, safveti ile değil, zekâsıyla övünür olduk.

Meşhur seyyahımız Evliya Çelebi 1600’lü yılların ortalarında Viyana’yı gezerken, şehrin çarşılarından birinde, dükkânların önüne zincirlerle bağlanarak oturtulmuş müslüman esirlere rastlar. Monoton bir biçimde başlarını sağa sola sallayıp büyük havanlarda baharat döven bu esirlerin, aslında Osmanlı kıyafeti giydirilmiş cansız mankenler olduğunu, bir zemberek sistemiyle hareket ettirildiğini anlayınca güler ve şöyle der kendi kendine: “Şu kâfir milletinde hiç akıl yok. Nelerle uğraşıyorlar!” Avusturyalıların Osmanlı düşmanlığını böyle ifade etmesi de, Evliya Çelebi’nin alınganlığa mani sekineti de hayli ilginç. Ama galiba daha ilginç olanı, Çelebi’nin modern anlayışa uymayan değerlendirme tarzı. Nitekim “çağdaş” aydınlarımızdan biri, “geri kalmışlığımızın temel nedenini açıkça gösteren bir tablo” nitelemesiyle bu hadiseye mal bulmuş Mağribî gibi sarılmış. Ona göre Avusturyalılar daha o çağda bir nevi robot yapmış. Zekâ ürünü bir icatmış bu. Biz böyle icatları “akılsızca” bulup küçümsediğimiz için geri kalmışız, vs...


Zekâ ile övünmek

Teknolojik gelişmelerdeki hız ve çeşitlilik bugün çoğumuzu bu çağdaş aydın gibi düşündürüyor. Geri kalmışlıktan kurtulmak, ileri toplumların seviyesine ulaşmak adına teknolojiyi ve zekâyı neredeyse kutsayan bir tavır içindeyiz. Dünya hayatımızı kolaylaştırdığını, daha konforlu hale getirdiğini düşündüğümüz buluş ve imkânlara rağbetin, bizi dünyaya gereğinden fazla bağladığının, sefahate düşürdüğünün, asıl vazifemizi unutturan bir koşuşturmaya mahkum ettiğinin ise farkında değiliz.

İlerilik-gerilik kavramlarını kendi ölçülerimizle tarif edemediğimiz gibi, zekâ eseri buluşların ne kadar akıllıca olduğunu da sorgulamıyoruz. Cep telefonlarının, bilgisayarların en zor, en karmaşık fonksiyonlarını kullanabilen çocuklarımızın ahlâkı, edebi, safveti ile değil, zekâsıyla övünür olduk.

Halbuki zekâ, ister ilişkileri anlama, problem çözme ve yeni şartlara uyabilme kabiliyeti, ister icat veya keşif gücü, ister kavrayış hızı şeklinde tarif edilsin, neticede Allah vergisidir. Elbette geliştirilebilir ama bununla kastedilen zaten var olan bir potansiyelin açığa çıkarılması yahut daha verimli kullanılmasıdır.

Dolayısıyla varlığı hususunda hiçbir dahlimiz olmayan bir kabiliyetle övünmenin manasızlığı bir tarafa, bunun bütün beşerî vasıflar gibi benliği bileyerek Allah’a teslimiyeti zorlaştıran bir tehlikeyi bünyesinde barındırdığı da unutulmamalıdır.

Zekânın bu tehlikesine işaret sadedinde Abdülhakim Arvasî k.s. hazretlerinin, kendisini ilk ziyaretinde kıldan ince kılıçtan keskin suallerine cevap bulmanın itminanıyla dönüp giden Necip Fazıl’ın arkasından, “Keşke bu kadar zeki olmasaydı” dediği rivayet edilir.


Aklı başa almayınca

İrfanımızın zekâ karşısındaki bu ihtiyatı, zekâya kıymet vermediğimiz, yahut ahmaklığa razı olduğumuz manasına gelmiyor. Kaldı ki zeki olmak ahmak olmaya mani de değildir. Ahmaklık, zekâ yetersizliğinden ziyade akledememenin eseridir çünkü.

Akletmek, zekâ da dahil, bütün idrak mekanizmalarımızı, bütün imkanlarımızı, vahyin belirlediği esaslar çerçevesinde ölümü, ahireti, hesabı gözeterek doğru kullanmaktır. Kısaca, nefsin hevâsına değil, Allah’ın emirlerine tabi olmaktır.

Ceddimizin, yoldan çıkanlara, yanlışa yönelenlere, “Aklını başına al!” ikazı, kalbin bir fonksiyonu olan aklın, baştaki zekâyı murakabe altına alması tavsiyesidir. Aksi takdirde zekâ hevâya uyacak, bu ittifaktan “sefâhet” peyda olacaktır.

Dilimizde “zevk ve eğlence düşkünlüğü ile har vurup harman savurmak” manasına kullanılan sefahat veya sefihlik, fıkıhta, “aklı olduğu halde dinin icaplarına aykırı davranmak, kendisine verilen imkân ve kabiliyetleri heba etmek” demektir. İnsanın “ucb”a kapılmasını, yani kendisinin başkalarından üstün olduğu zehabına yönelmesini kolaylaştıran zekâ, bu sebeple en kolay israf edilen nimetlerdendir.

Kimseleri beğendirtmez, öğüt almayı engeller. “Hayr”ı değil “buluş”u önceler. Kendi kuyusunu yine kendisi kazan insanı, bu işi yaparken kullandığı zekice buluş ve metotlarla mağrur ederek sonunu düşünmekten alıkoyar. Kazandırdığı cerbeze, maharet ve kurnazlıkla başkalarını aldatmayı “hak” gibi gösterip ilahî ölçüleri kaybettirebilir. Böylece heba edilmiş bir zekânın üstünlük seviyesini belirleyen ölçüler, olsa olsa ahmaklığın ulaştığı boyutları verir bize.


Sefahat ahmaklıktır

Başıboş kalan üstün zekânın beşerî talepleri karşılamak üzere kurguladığı modern hayat, insanı “teseffuh”a, yani sefihleşmeye sürükleyen bir hayattır. Teseffuh, aynı zamanda “aldatmak” manasına gelir. Aldatmak ise en ağır, en ahmakça aldanıştır esasında. Bu sebeple teseffuhtaki “aldatma” manasını “aldanma” şeklinde anlamakta beis yoktur. Nitekim sefih, öncelikle başkalarını aldattığı için aldanmıştır. İkincisi ucb’a, “kendini aldatma”ya düçardır ve bu sürekli bir aldanış halidir. En kötüsü de bir oyun ve eğlenceden ibaret dünya hayatına aldanmıştır sefahat içinde olan.

Bugün müslüman toplumlar dahi ilerleme, kalkınma, refaha ulaşma adına sefahati savunduklarının farkında değil. Faydası ve gerekliliği sorgulanmayan teknolojik cihazların icadı karşısındaki marazî hayranlık, bir yandan zekâya teveccühü, diğer yandan tüketimi artırıyor. Zekânın bu kadar yüceltilip “ucb” halinin, “en iyisini ben bilirim” tavrının keskinleştirilmesi, akletmeye mani oluyor.

İfrata işaretle kimseyi tefrite davet etmiyoruz. Sefahatten kaçınalım demek, teknolojiyi reddedelim, zekâyı küçümseyelim, çağın icaplarını yok sayıp dünyadan el etek çekelim manasına gelmiyor. Sefahatten kaçınmak; ölüm yokmuş, ecel yakamızı almayacakmış gibi davranmaktan kaçınmaktır. Hayatı kolaylaştıralım derken daha karmaşık hale getirip kendimize zulmetmekten, kulluğumuzu ihmalden vazgeçmektir. Dehâmızla övünüp zekânın çağırdığı tehlikeli yamaçlara yönelmek yerine, Necip Fazıl’ın yaptığı gibi, bir kâmile teslim olmaktır.

Sefahatin hiçbir çeşidinin milletleri aziz eylediği, zilletten kurtardığı görülmemiştir. Geri kalmışlıkla bir zillet halini kastediyorsak eğer, biz bu hale teknoloji üretemeyişimiz yahut zekâmızın azlığı sebebiyle değil, sâfiyetimizi, akletme melekemizi yitirdiğimiz için düçar olduk.

Zekâya değil safvete (maddi-manevi temizlik), akl-ı selime ihtiyacımız var.


Akıllı insan kimdir?

Marifet zekâda değil akletmededir. Akletmek kalp ile olur. Kalbin akledebilmesi, marifete erebilmesi için de tezkiyesi ve tasfiyesi şarttır. Şu halde akletmek, yani mutlak hakikati idrak ve bu idrakin gereğince amel, üstün zekâyı değil “saf”lığı gerektirmektedir. Kur’an-ı Kerim’de Ra’d suresinin 19. ayetinde “yegâne hakikatin Allah katından indirilenler olduğunu” idrâk edenlere “ulü’l-elbâb” denir. Takip eden üç ayette ise ulü’l-elbâbın, yani üstün akıl yahut akl-ı selim sahibi kimselerin davranış özellikleri şöyle sıralanır:

“Bezm-i Elest’te verdikleri sözün arkasında dururlar.

Allah’ın emirlerine riayet ederler.

Allah’ın kudret ve azameti karşısında haşyet duyarlar.

Hesap gününde mahçup olmaktan korkarlar.

Sırf Allah rızası için sabrederler.

Namazı hakkıyla kılarlar.

Kendilerine verilen rızıktan gizli ve açık infak ederler.

Kötülükleri iyilikle def ederler.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Zekâ Ahmaklığa Engel Olur mu?

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Menzil Forum :: Semerkand & Radyo & TV :: Semerkand Dergisi-
SİSTEM BİLGİLERİÖNEMLİ BİLGİLENDİRME
Powered by phpBB2 (subsilver)
Copyright ©2008 - 2011,
Content Relevant URLs by www.akmenzil.net
Kuruluş Tarihi : Paz 24 Ağus. 2008 - 18:30
akmenzil.net sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini onay almaksızın anında siteye yazabilmektedir.Bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcıya aittir.Sitemizde yasalara aykırı herhangi bir materyal bulursanızakmenzil@hotmail.com e-mail adresimize bildirirseniz,şikayetiniz incelendikten sonra en kısa sürede gereken yapılacaktır.
Yeni bir forum kurmak | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Son tartışmalar